Kader

...

Kader ayrı, kadercilik ayrıdır. Kader, yaratıcının ezeli bilgisiyle herşeyi bilmesidir. Kadercilik ise insanın iradesini yok saymadır.

Halbuki insana cüzi irade, seçme ve tercih etme hakkı verilmiştir. İnsana özgür irade verilmiş ve bu konuda Allah zorlayıcı davranmamıştır. Kendi dinini yayan Resule bile insanları zorlamamasını tavsiye etmiştir. Sonuçta bizim imtihanımız tercihlerimizle alakalıdır.

Sebepler dünyası

Tasavvufta bu dünyaya alemi esbab (sebepler dünyası) denir. Yani her şey sebep-sonuç ilişkisi içinde cereyan eder. Biz buna sünnetullah da diyoruz. (laikler de buna doğa kanunu-fizik kuralları diyorlar)

Allah bizlere sebepleri araştırmamızı söyler.

Hz. Ömer, devesini bağlamayan bir bedeviye neden böyle yaptığını sorduğunda "Ben Allah'a tevekkül ediyorum" sözüne "Sen deveni bağla, ondan sonra tevekkül et" diyerek sebeplere göre hareket etmemizi tavsiye etmiştir.

Üç nimet

Allah'ın insana verdiği en büyük nimet "özgür iradedir." İkinci nimet ise bu iradesini nasıl kullanacağını anlaması için "aklı" vermesidir. Üçüncü nimet ise bütün bunları idrak etmesi için "kalbi" vermesidir.

Kaderden kaçış

Müslümanlar Suriye'yi kuşattıklarında burada veba salgını vardır. Sahabeler buraya girme konusunda ihtilaf ederler. Hz. Ömer kuşatmayı kaldırmalarını ister. Ebu Ubeyde bin Cerrah; "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" diye eleştirir.

O da; "Evet! Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyorum" diye cevap verir.

Takdiri ilahi ve sorumluluk alanlarımız

Yani tedbirimizi alacağız. Ama sonunda takdir neyse o olur. İnsanların anlamadığı takdirdir. Kader ile birbirine karıştırılıyor. Takdiri ilahi, bize verilen süre ve karşımıza çıkacak olan imtihanlardır.

İnsanlar, mal eksikliği, bela, musibet ve ölümle imtihan edilir. "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele." (Bakara 155)

Biz bu imtihanlarda bize verilen özgür iradeyle karşılık veririz. Verdiğimiz bu karşılık bizim amelimizi ve sorumluluğumuzu oluşturur. Verdiğimiz kararlar bizim sorumluluğumuzdur. Bundan hesaba çekiliriz.

Tevekkül kadercilik midir?

Kadercilikle karıştırılan bir diğer kavramımız da tevekküldür. Birçok insan ve sufi, tevekkül yaptığını sanarak aslında kadercilik yapmaktadır.

Tevekkül, Hz. Ömer'in de belirttiği gibi deveni bağladıktan sonra Allah'a teslim olmaktır. Çiftçinin ürün elde etmek için tohumu serpmesi ve diğer işlemleri yapması onun iradesidir. Tohumu attıktan sonra ürünün iyi olması ve hava şartlarının uygun olmasını beklemesi de tevekküldür. Yani sebepleri yerine getireceğiz ve ondan sonra işi Allah'a bırakacağız. Sebepleri yerine getirmeden bırakmak kaderciliktir ve o yanlış bir anlayıştır.

"Bir kere azmettin mi artık Allah'a tevekkül et" (Ali İmran 159) Yani karar verme bize ait. Ama karar verdikten sonra Allah'a sığınıp olayın güzel bitmesi için ona yöneleceğiz.

“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.” (3/160)

Tasavvuf kaderciliği mi savunur?

Cahil sufi ve meşayihler, farkına varmadan kaderci bir tasavvufu savunmaktadırlar. Halbuki tasavvuf kaderciliğe karşıdır. Zaten tasavvufun kendisi kişinin kendisini değiştirme mücadelesidir. Bu bile aslında özgür irade ile ilgilidir.

Yıllarca bize tasavvuf kadercidir diyerek bir anlamda tasavvufu buraya hapsetmek istediler.

Halbuki tüm meşayihler mücadelecidir. Cihat etmişlerdir. İslam'ın Anadolu’da yayılması dervişler ve alperenler kanalıyla olmuştur.

Tasavvuftaki sabrın yanlış anlaşılması sonucu kadercilikle itham edilmektedir. Sabır aslında pasif bir direniştir. Mücadele edilecek ve bu mücadele sonucunda oluşan ezaya, sıkıntıya dayanılacaktır sabır...

Dua kaderi değiştirir mi?

Bazı insanlar kaderde varsa duanın etkili olmayacağını savunurlar. Bu yanlıştır. Bunu söyleyenler İslam'ı anlamamıştır.

Çünkü; "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele." (Bakara 155)

Bu ayette de gördüğümüz gibi bela ve musibetler bizim için birer imtihandır. Biz dua ederek, yakararak bize imtihan olacak bu belaların defedilmesini sağlarız.

Aynı şekilde sadaka da bela ve musibeti def eder. Çünkü bütün bunlar bir imtihan iken biz Allah'a samimiyetle yöneldiğimizden ödüllendiriliriz.

Ülkemizde kader anlayışı

Ülkemizdeki kader anlayışı maalesef ehli sünnet kader anlayışı değildir. Ülkemizdeki kader anlayışı cebriyeciliktir. Yıllarca cebriye anlayışı bize hocalarımız tarafından ehli sünnet anlayışı diye verildi.

Cebriye anlayışı kadercidir, cüzi iradeyi inkar eder. Ehli sünnet ise özgür iradeyi ve dolayısıyla kulun sorumluluğunu kabul eder.

İnsanlarımızın bu yanlış kader anlayışı düzeltilmedikçe biz ümmet olarak gelişemeyiz. Kanaatimce bu anlayışın yayılmasında emperyalistlerin etkisi olmuştur. Böylece kendilerine isyan etmeyen ve her şeyden Allah'ı sorumlu tutan, kendi sorumluluğunu inkar eden, çaresizliğini takva sanan bir insan yığını oluşacaktı. Kader çaresizlik değildir. Kader inancımızı sahihlememiz lazım.

Sabır kadercilik midir?

Biz sabrı hep boyun eğme ve miskinlik olarak düşünmekteyiz. Belki de birileri böyle düşünmemizi sağladılar. Bu şekilde düşünmeyi takva olarak görmekteyiz.

Halbuki sabır, bir mücadele biçimidir. Bir pasif direniştir. Sabır, mücadele yolunda meşakkat ve sıkıntılara katlanmaktır. Mücadele sonucunda gelecek ezalara dayanmaktır.

Asır suresinde sabır sıralamada nerede geçiyor bir bakın:

Andolsun ki insanlar hüsrandadır. Ancak;

1. İman edenler

2. Salih amel işleyenler

3. Hakkı tavsiye edenler

4. Sabrı tavsiye edenler

Dikkat ederseniz en sonunda, yani mücadelenin sonunda oluşan eza veya mücadele yolunda yaşanan sıkıntılara karşı birbirimize sabrı tavsiye edeceğiz. Birbirimize moral vereceğiz. Katlanacağız.

Kavramlarımızın içini boşaltıp kendi fikirleriyle doldurdular. Kelimeler bizim varlık sebebimiz. Kelimelere sahip çıkalım. Alem bile iki harften oldu (kaf ve nun) Birbirimize sabrı tavsiye edelim. Pasifliği, tembelliği değil..

Kavramlarımızı doğru kullanalım

Kavramlarımızın içini boşaltıp kendi fikirleriyle doldurdular. Kelimeler bizim varlık sebebimiz. Kelimelere sahip çıkalım. Alem bile iki harften oluştu. (kaf ve nun)

"Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir." (yasin 82)

Bazı şeyler takdiri ilahidir yani ezelde takdir edilmiştir. Bazı şeyler ise imtihandır. Her şeyin adalet üzerine olması gerekmiyor, çünkü burada imtihan var. Ayrıca onun adalet anlayışıyla bizimkisi çok farklı… Sabır, şükür ve dua ile hem imtihan başarılı sonuçlanır ve hem de gelebilecek daha zorlu sorulara karşı önlem alınır ya da o imtihanlar gelmeden dua kalkanıyla yok edilir.

Şükür var iken değil… Aslında sufiler yok iken şükür yapar, çünkü köpekler de bulduğunda yer, bulamadığında sabreder. Sofiler ise bulamadığında şükreder, bulduğunda dağıtır.

Şunu unutuyoruz; biz buraya imtihana geldik, zevk ve eğlenceye gelmedik. Dolayısıyla tüm saldırılar bir imtihan… Buna da sabır, şükür, tevekkül, dua gibi kalkanlarla ve zırhlarla baş ederiz.

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum