Kardeşlik binasında temel taşlar -2

...

Hakîki imanın ölçüsü: Empati

Sevgili Peygamberimiz (sas), “Sizden hiçbiriniz, kendisi için sevip istediğini (din) kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olamaz”[16] buyurarak hakîki imanın ölçüsünün “empati” olduğunu bildirmiştir. Kişinin kendisini başkalarının yerine koyarak hareket etmesi, karşısındaki insanların duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışarak davranış geliştirmesi manasına gelen empati, ahlâkın da temeli sayılan, “sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına öyle davran”  prensibini beraberinde getirir. Bu altın prensibi batılılardan çok çok önce “…Kim ateşten uzak kalmayı ve cennete girmeyi dilerse, Allah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde ölümü karşılasın. İnsanlara, onların kendisine nasıl muamele etmelerini dilerse öyle muamelede bulunsun…”[17] buyuran Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm ortaya koymuştur. İslâm kardeşliğinin pratik yansımalarının en yaygın dinamiği empatidir. Kur’ân-ı Kerim’de, muhacir kardeşlerine karşı genel tavırları anlatılırken, “…onlara verilenler karşısında içlerinde hiç bir çekememezlik hissetmezler…”[18] diye kendilerinden bahsedilen Medineli sahâbiler, Mekkeli kardeşlerini devamlı kalmaları niyetiyle evlerinde misafir ederek ve hiç tereddüt etmeden mallarının yarısını onlara vererek gerçek kardeşliğin nasıl olacağını cümle âleme göstermişlerdir.

Empatiyle yoğrulan kardeşlik ahlâkı, İslâm topluluklarını yüzyıllarca dimdik ayakta tutmuştur. Ecdadımızın meslekî, sosyal ve iktisâdî dayanışma anlamında kurduğu Ahîlik ve Lonca teşkilatlarının temelinde de bu ahlâk vardır. Empati ahlâkı İslam tarihinde o kadar önem kazanmıştır ki, Müslümanlar arasında, kendisi için istediğini din kardeşi için istememek ciddi bir günah olarak addedilmiştir. Allah dostlarından Seriyy-i Sekatî (rh.a) hazretleri, çarşıda çıkan bir yangında kendi dükkânının yanmadığını öğrenince birdenbire dilinden dökülen “el-hamdülillah” sözü dolayısıyla otuz sene tövbe ettiğini söylemiştir. Bu sözüne şaşıranlara da, tövbesinin asıl sebebinin, bir an için de olsa sadece kendisini düşünmesi ve dükkânları yanan kardeşlerini unutması olduğunu bildirmiştir.

Yüce Rabbimiz Şanlı Kur’ân’ında, yetim çocuklara nasıl davranmamız gerektiğiyle ilgili olarak vicdan tellerimize kuvvetle dokunarak bizi empati ahlâkına şöylece yönlendirmiştir: “(Öldükleri veya onlardan uzak kaldıkları zaman) Arkalarında küçük ve aciz çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar için endişe edecek olanlar, (yetimlere) haksızlıktan çekinsinler, Allah'tan sakınsınlar ve sözü de dosdoğru söylesinler.”[19]

 

Kardeşlik ahlâkının zirvesi: İ’sâr

 Kur’ân-ı Kerim’de Medineli ilk Müslümanlar övülürken, “…kendileri zaruret içinde bulunsalar bile o (muhâcir kardeşlerini) kendilerinden önde tutarlar. …“[20] buyrulduğunu görmüştük.  Rabbimiz, i’sâr ahlâkına sahip olup din kardeşlerini kendilerinden önce düşünen bütün has kullarını da şöyle zikreder: “(Şüphesiz ki iyiler) kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire (seve seve) yedirirler. (Onlara): “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz” (derler)”[21]

Bize düşen vazife ensârı kendimize örnek alarak “ebrâr” dan, yani “iyi kullar” dan  olmaya çalışmaktır.

Medine’nin ilk Müslümanlardan birisinin, hadis kitaplarımızda anlatılan hikâyesinde bizim için güzel bir ders vardır. O sahâbî, Rasûlullah aleyhisselâma gelip açlıktan şikayet eden bir kişiyi ağırlamak için ileri atılmış ve onu evine misafir etmişti. Ne var ki, evine geldiğinde hanımından,  evlerinde çocuklarının yemeğinden başka bir şey bulunmadığını öğrenmişti. Ondan, çocukları avutup uyutmasını ve yemeği misafir için hazırlamasını isteyen sahâbî, kendileri yiyemediği için misafirin mahcup olacağını düşünerek fark ettirmeden evin kandilini söndürmüş ve misafiriyle birlikte yemek yiyorlarmış gibi davranmıştı. Müslüman kardeşini doyurmak için eşiyle birlikte aç olarak geceleyen o sahâbinin bu fedakârlığı ve inceliği Yüce Allah tarafından çok beğenilmiş ve Haşr sûresinin 9. Âyeti özellikle onun hakkında indirilmiştir.[22]

Sahâbeden Câbir -radıyallâhu anh-, Ensâr’ın Muhâcir kardeşlerine olan i’sarlarını şöyle anlatır: “Ensâr, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırır, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafın altına hurma dalları koyarak o tarafı çok gösterir, Muhâcirler’e; “-Hangisini tercih ederseniz alın.” derlerdi. Onlar da çok görünen fazla yığın Ensâr kardeşlerimize kalsın diye, az görünen yığını alırlar ve böylece hurmanın çoğu yine Muhâcirler’e gelirdi. Ensâr da bu yolla az olan kısmın kendilerine kalmasını sağlamış olurlardı...”[23]

Sahabe içerisinde Hz. Âişe (r.a.) annemiz i’sâr hususunda önde gelenlerdendir. O maddi saha dışında manevî alanda da i’sârda bulunmuştur. Şöyle ki, vefatından sonra kendisi için düşündüğü Rasûlullah aleyhisselâm ve babası Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in kabirleri yanındaki mezar yeri konusunda Hz. Ömer (r.a.)’i nefsine tercih etmiştir. Onun i’sâr konusunda şöyle bir kıssası da vardır:

“Hz. Âişe (r.a.) oruçlu iken bir yoksul kendisinden yardım istedi. Evinde ancak bir yufka ekmek vardı. Azatlı cariyesine:

“- Onu yoksula ver.” dedi. Cariye:

“- İftar edeceğin başka bir şey yok.” deyince, Hz. Âişe (r.a.):

“-Onu dilenciye ver.” dedi.

Cariye der ki: Hz. Âişe'nin emrini yerine getirdim. Akşam olunca ev halkından biri veya başka bir insan bize yufka ekmeğine sarıl­mış bir koyun eti hediye etti. Mü'minlerin annesi Hz. Âişe (r.a.) beni çağırıp:

“- Bunu ye, bu senin ekmeğinden daha hayırlıdır.” dedi.”[24]

Sahabîler din kardeşlerini nefislerine tercih etme konusunda o kadar eşsizdiler ki, ölüm sırasında bile bu en üstün ahlâktan ayrılmıyorlardı. Yermük savaşı sonrası son nefeslerini vermek üzere olan yaralı üç Müslüman, susuzluktan kavruldukları bir demde kendilerine ikram edilen suyu önce kardeşlerine içirmek isterken can vermiş; hiç biri önüne gelen sudan bir damla bile içememişti.[25] Allah dilerse, Kevser ırmağından kana kana içecekleri suya bedel olarak bu dünyadan susuz ayrılmışlardı.

İşte onlar böyleydi. İ’sâr kanatlarını takıp kardeşlik semasının en yücelerinde uçmuşlardı. Şimdi biz de onların izinden gitmek istiyorsak bir vücudun âzâları, bir binanın tuğlaları gibi olmalı; Allah yolunda birlik ve beraberlik içinde gönül gönüle Cennetlere yürümeliyiz.

--------------------

[16] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71–72.

[17] Müslim, İmaret 46, (1844); Nesai, Bey'at 25, (7, 153); Ebu Davud, Fiten 1, (4248); İbnu Mace, Fiten 9, (3956)

[18] Haşr Sûresi 59/9

[19] Nisâ Sûresi 4/9

[20] Haşr Sûresi 59/9

[21] İnsân (Dehr) Sûresi 8 ve 9

[22] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 9; Müslim, Eşribe 172-173 No:2054.

[23] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Thk.: Hüsameddin el-Kudsî, (I – X), Beyrut, ty. X, 40

[24] Muvatta, Sadaka 5

[25] Abdullah b. Mübârek, Kitabü’z-Zühd ve’r-Rekâik, Trc.: Âdil Teymur, İst. 1992 ,  131, Hadis No:525.

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum