En önemli gerçek -2

...

Evrenin varlığı herkes tarafından gözlemlenebilen bir hakikattir. Bu noktada evrenin nasıl var olduğuyla ilgili bütün iddialar temel olarak dört görüş etrafında döner:

1.Evren yokluktan yani hiçlikten kendi kendine var oldu: Bu iddia akıl ve mantık dışıdır. Çünkü “hiçten hiçbir şey çıkmaz”. Akıl almaz güzellikleri, en hassas ayarları ve bir gayeye yönelmiş muhteşem düzeniyle evrenin kör tesadüf eseri hiçlikten geldiğini ileri sürmek akıl, mantık ve bilim açısından tam bir cinnettir. Allah’ı kabul etmek yerine sayısız rastlantıyı tanrılaştırmak olsa olsa gerçeklerden kaçıştır. Bu durum, güneşe gözlerini yumarak ısı ve ışığın kaynağını taşta kumda aramak gibi bir şaşkınlık olarak adlandırılabilir. Hâlbuki “Kâinatta tesadüfe tesadüf edilemez”. Bugün bilim, canlılığın temel yapı taşlarından olan ve ancak kuvvetli mikroskoplarla görülebilen bir protein molekülünün bile tesadüfen oluşma şansını imkânsız görmektedir.[3]

2. Evren kendi kendini yarattı: Bu iddia da akıl ve mantık dışıdır. Çünkü felsefî ve mantıksal açıdan tam bir çelişkinin ifadesidir. Burada bir şeyin hem sebep hem de sonuç olarak gösterilmesi söz konusudur. Mesela, “anneniz sizi doğurduğu gibi kendisini de doğurdu” ifadesi böyle bir çelişkinin örneği olarak gösterilebilir.

Bu iddiaya göre evrendeki maddelerin atomları belirli amaçlarla bütünleşerek elementleri oluşturmuş; elementler de düşünüp çok hassas hesaplar yaparak, birbirleriyle akıl almaz bir uyum içinde kâinatın gördüğümüz halinin, şeklinin ve işleyişinin meydana gelmesi için kendi kendilerini yönlendirmiştir. (!) Böyle bir şeye inanmak için insanın akıl, mantık ve insafı bir tarafa bırakarak bütün atomlarıyla birlikte maddeyi tanrılaştıracak bir cinnet içinde olması gerekir.

3. Evren yaratılmış başka bir varlık tarafından yaratıldı: Bu iddia şöyle bir şeydir: Bu evren yaratılmış başka bir evren tarafından yaratıldı(!) O evren de yaratılmış başka bir evren tarafından… Bu böylece sonsuza kadar giderse, yaratılmış belli bir evrene sahip olabilecek miyiz? Hayır. Çünkü genel kabul görmüş mantık kuralına göre geriye doğru sonsuza kadar giden sebeplilik zinciri oluşturmak; yani teselsül batıldır. Bunu bir yerde durdurmak ve sebeplerin sebebini belirlemek lazımdır. On vagonlu bir trenin vagonlarını düşündüğümüzde her bir vagonu bir önceki vagonun çektiğini söyleyebiliriz. Yani onuncuyu dokuzuncu, dokuzuncuyu sekizinci… gibi. Fakat ikinci vagonu çeken ilk vagonu yani lokomotifi hangi vagonun çektiğini sormak anlamsızdır. Çünkü lokomotifi hareket ettiren güç kendi içindeki motordur ve bu yüzden lokomotif adını almıştır. Eğer lokomotifin de başka vagon tarafından çekildiğini varsayarsak ve bunu sonsuza kadar devam ettirirsek ortada tren kalmaz. Çünkü trenin varlık sebebi ortadan kalkmış olur. İşte aynen böyle, yaratılmışların varlıklarını kendisine borçlu oldukları en son sebep, bir başka tabirle sebeplerin sebebi, varlığı kendinden olan Yüce Allah’tır.

4. Evreni sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi olan bir güç yani Yüce Allah yarattı: Evrenin varoluşuyla ilgili diğer iddiaların geçersizliği ortaya çıktığına göre; belli gayelere yönelmiş eşsiz ince ayarlara, şahane güzelliklere ve muhteşem uyuma sahip bu kâinatı her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve dilediğini yapıp yaratan Yüce Allah’ın yarattığını kabul etmekten başka seçenek kalmamıştır. Evrendeki birlik ve uyum, yaratıcı gücün varlığının yanında tek oluşunun da en büyük delilidir.

“Allah, kendisinden başka ilâh olmayan, ezelî ve ebedî bir hayatla diri olup canlılara canlılıklarını veren ve yarattıklarının varlıkları daima kendisine bağlı olandır…”[4]

“Allah her şeyin yaratıcısıdır ve O, her şeyin koruyucusu ve yöneticisidir.”[5]

“…Sen Rahmân’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk, aykırılık, aksaklık göremezsin…”[6]

“Hep isabet edene hiç tesadüf denir mi?”

Bakışlarımızı şu üzerinde gezindiğimiz gezegenimize çevirdiğimizde dünyamızın tam da insan, hayvan ve bitki yaşamına uygun olarak tasarlandığını görürüz. Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre dünya dışında başka bir gezegende bilinen şekliyle hayat yoktur. Olması da mümkün gözükmemektedir. Bir gezegende hayat olabilmesi için en başta çok hassas dengelere bağlı olarak atmosfer teşekkülü, uygun ısı ve su gerekmektedir.

 

Bir gezegenin etrafında atmosferin oluşması için, gaz moleküllerinin kaçış hareketleriyle gezegenin gravidasyonunun yani çekim gücünün dengede kalması gerekir. Bu dengenin temini için de atmosfer mekânının ısısı belli ölçülerde olmalı ayrıca uzaydan gelebilecek çeşitli enerjilerin bu dengeyi bozması engellenmelidir. Böyle hassas dengelerin kendi kendine oluşması imkânsızdır.

İşte dünyamız, gerekli bütün şartların bir araya getirilmesiyle, içinde canlı yaşamını mümkün kılacak belli oranlarda gazlar bulunan belli bir atmosfere sahip olabilmiştir. Atmosferimizde, %21 oranında oksijen, %78 oranında azot ve %1 oranında da karbondioksit ve diğer gazlar bulunmaktadır ki bu oranlar tam da canlı yaşamını mümkün kılacak miktarlardadır. Ayrıca atmosferimizde dünyayı dış uzaydan gelebilecek tehlikelerden koruyan zırhlar vardır. Dünyayı zararlı ışınlardan koruyan ozon tabakası bu zırhlardandır.

İnsanlar ve hayvanlar ancak havadan oksijen soluyarak hayatta kalabilirler ve solumanın sonunda havaya karbondioksit bırakırlar. Bu alışveriş böylece devam ettiğinde eninde sonunda atmosferdeki bütün oksijen tükenecek ve insan ile hayvan yaşamı sona erecekti. Fakat bu noktada ilahi müdahale imdadımıza yetişiyor ve yeşil bitkiler bizim havaya bıraktığımız karbondioksit gazını içlerine çekerek fotosentez yoluyla oksijen üretiyorlar. Bu değiş tokuş sayesinde atmosferimizdeki gaz dengesi değişmiyor ve insan, hayvan ve bitki yaşamı mümkün olabiliyor.

Dünyamızın şekli, kendi etrafında ve güneş etrafında dönüş hızı ayrıca güneşin büyüklüğü ve dünyaya uzaklığı gibi birçok etkenin ince ayarla bir araya getirilmesiyle dünyamızda sabit bir atmosfer ve canlı yaşamı mümkün olmuştur. Bu arada dünyanın farklı yerlerinde yıl boyunca ısınmanın aynı olmasıyla kutuplar ve ekvator arasında çok büyük ısı farklılıklarının oluşmasıyla meydana gelebilecek olumsuz yaşam şartlarının yok edilmesi ve mevsimlerin oluşması için dünyamız 23 derece 27 dakikalık bir eğikliğe sahip kılınmıştır.

Kendisi için uygun yaşam şartları oluşturulan insanın bizzat kendisi de Yüce Allah’ın eşsiz yaratışına obje olmuştur. İnsandaki her bir organın, dokunun, iskelet, damar ve sinir sistemlerinin tek tek kendi görevini yapacak yetkinlikte yaratılmış olması ayrıca bunların solunum ve sindirim sistemleri gibi birçok sistemler meydana getirerek birbirleriyle koordineli çalışması bize her şeyi en ince ayrıntısıyla bilen ve her şeye gücü yeten bir yaratıcıyı hatırlatmaktadır. Özellikle insanın her türlü yaratılış kaydının depolandığı DNA ve bütün bedeni sinir sistemi ve elektrik sinyalleriyle yöneten beyin hakkında bilgimiz arttıkça bu akıl almaz yaratılış karşısında şaşkınlığımız ve hayranlığımız da kat be kat artmaktadır. Bunca harika mekanizmanın kendi kendine rastlantılar sonucu oluştuğunu savunmak akla ihanet etmektir. “Çünkü hep isabet edene tesadüf denemez ve tesadüf harika meydana getiremez.”

“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar?” (Tûr Sûresi, 52/35- 36. Âyetler)

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum