Elleri kırılasıca! -2

...


Ayrıcalığa hayır!

Ebû Talib’in vefatının ardından kız kardeşlerinin baskısıyla Peygamberimizi korumaya niyetlenen Ebû Leheb Rasûlullah’a: “Eğer dinini kabul edersem benim için ne var?” diye sorduğunda Rasûlullah: “Diğer iman edenlere ne varsa senin için de o var.” buyurmuş. Ebû Leheb: “Benim için bir ayrıcalık yok mu?” dediğinde Efendimiz: “Başka ne istiyorsun?” buyurmuş. Ebû Leheb şöyle karşılık vermiş: “Beni başkaları ile eşit kılan dine yazıklar olsun!”[5]

Kur’anî değerlerden beslenmeyen yakınlık muteber değildir. İman etmeyen amca, artık karşı saftadır. Peygamber’e yakınlığı bile onu kurtaramamıştır. Siz siz olun sadece salih amelin peşinde olun. Zira amelden gayrı hiçbir akçe geçerli değildir o gün. Nuh (as)’un evlâdına, İbrahim (as)’in babasına, Lût (as)’un karısına, Rasûlullah (s.a.s)’ın amcasına vermediği ayrıcalığı yakınlarına verenler ve bunu kendilerinde görenler, yuh olsun size!

Asr-ı Saadet’ten, biri yerildiği diğeri değer verildiği için anılan iki isim var Kur’an-ı Kerim’de: İman eden köle Hz. Zeyd ile köleler sahibi, Mekke’nin dört zengininden biri Ebû Leheb. İslam’ın önceliğinin ne olduğunu gösterir bu iki isim.

Ey, maddenin esiri olanlar!

“Ne malı fayda verdi ona ne de kazandığı.” (Tebbet 111/2)

“Mal”, maddi servet; “keseb” yüreğin, aklın, bedenin kazandığı her şey. Katâde şöyle demiştir: “Onun kazandığı şey, bir iyilik yapıyorum zannıyla işlediği ameldir ki, bu ‘Yaptıkları her işin önüne geçtik de, onu (etrafa) saçılmış toz zerreleri haline getirdik.’ (Furkân 25/23) manasınadır.”

Müslüman olduğu takdirde malını ve kesbini istediği gibi tasarruf edemeyeceğini bildiği içindi onun tüm düşmanlığı. Mevcut sistem sayesinde her türlü yolsuzluğu yaparak servet sahibi olmuştu çünkü. Mala düşkünlüğünü ve şahsiyetsizliğini göstermesi açısından şu rivayet oldukça manidar: Bedir Savaşı’na kendisi katılmayıp yerine ona olan borcunu ödeyemediği için borcuna karşılık Âs b. Hişam’ı göndermiştir.

Sonuç: Oğulları Utbe ve Muattib, kızı Dürre İslamla şereflenmişler. Ebû Leheb ise Bedir yenilgisini duyduktan kısa bir süre sonra kahrolmuş, bulaşıcı olan ades hastalığına yakalanmış ve çok geçmeden ölmüştür. Oğulları onu iki veya üç gece, hastalık kendilerine bulaşır endişesiyle, ölü halde terk etmişler. İnsanların kınamaları sebebiyle iki köleye çukur açtırıp sopalarla iterek gömmüşler. Ne oğulları ne de bir kantar altını onu kurtarabilmiş bu belâdan.

Hz. Peygamber (s.a.s) kavmini İslam’a çağırdığında Ebû Leheb şöyle demişti: “Eğer kardeşimin oğlunun söyledikleri doğru ise çoluk-çocuğumu ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan kurtarırım.” Dünyada kurtulamadığı azaptan ahirette kurtuldu mu acaba!

Servet ahlakını öğretiyor sure: Maddî gücü ve nüfuzuyla insanlara tahakküm eden müstekbirlerden olmayın. Malın sizi esir almasına fırsat vermeyin. Onun imtihan olduğunu bilin ve davanıza hizmet için kullanın. “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münafikûn 63/9)

Ebû Lehebler için yaşasın cehennem!

“Alevli bir ateşe yaslanacaktır o!” (Tebbet 111/3)

“Sallâ” yaslanmak demektir. Büyük odunları tutuşturmak için birbirine yaslayarak dikilen çıra aynı kökten. Ebû Leheb cehennemin çırası olacak. Dünyada neye dayanırsanız ahirette de oraya yaslanırsınız. Ateş… Hem de ne ateş! “Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir ki, o gönüllere kadar işler.” (Hümeze 104/6- 7)

“Karısı da odun hamalı olarak.” (Tebbet 111/4)

Karısı, Ebû Süfyan’ın kardeşi Ümmü Cemil. Hamallık, sıfatı haline gelmiş artık. İkrime, Mücahid ve Katâde bu sıfatın mecaz anlamda kullanıldığını; Rasûlullah’ı fakirlikle ayıpladığı ve insanlar arasında koğuculuk yaparak onları birbirine düşürdüğü için ona verildiğini söylemişlerdir. Diğer akrabaları gibi Ebû Leheb’in Efendimizi korumasına engel olan, muhtemel ki fesat ateşini sürekli körükleyen Ümmü Cemil’di. Eş seçiminin ne kadar önemli olduğu mesajı alınmalıdır bu ayetten.

Cehennem odunu dünyadan

Said b. Cübeyr diyor ki: Bir kimsenin kendi günahlarını taşımasına, “Falan şahıs sırtında odun taşımaktadır.” denir. Dolayısıyla “hammalete’l hatab”ın manası da “günahını taşıyan kadın” olur. “Onlar, günahlarını sırtlarında taşıyacaklardır.” (En’âm 6/31) Rivayetler arasında geceleri diken toplayarak Rasûlullah’ın kapısına bıraktığı için bu sıfatı aldığı da var. Müslüman hanımlarımızın, bu tablo karşısında hak davalarına Ümmü Cemil kadar hizmet edip etmediklerini sorgulamaları gerekmektedir.

Eşinin günahına nasıl ortak oluyorsa cezasına da ortak olacak Ümmü Cemil. “Kim kötü bir işe destek olursa, onun da o işten bir payı olur.” (Nisa 4/85)

İnananların arasına fitne tohumu eken Ümmü Cemiller hâlâ dolaşmakta. Kendilerini insanlığın kurtarıcısı ilan ederek (!) bazen dost görünmekte bazen namlusunu doğrultmakta insanlık adına (!) insanların üzerine. Kapalı kapılar ardında dikenlerini toplayıp sermekte müminlerin yollarına. Ümmet; masumların kanıyla yapılan şekere aldanmamalı, müteyakkız olmalı ki Allah boyunlarına geçirsin onların yaptıklarını.

Esaret devam ediyor

“Gerdanında liften örülmüş urganıyla.” (Tebbet 111/5)

İbnu’l-Müseyyeb’den rivayet olunur ki onun çok kıymetli bir gerdanlığı vardı ve şöyle söylerdi: “Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun ki, bunları Muhammed’e düşmanlık yolunda harcayacağım.” Allah Teâlâ, cezasını ameli cinsinden vererek değerli gerdanlıklara layık zarif boynuna (cîd) gerdanlık yerine ateşten bir ip (mesed) takmıştır. “Biz, kâfirler için zincirler ve demir halkalar hazırlamışız.” (İnsan 76/4)

Boyun esaretten kinayedir. İnsanoğlunun dünyadayken -başta şirk olmak üzere- hakka gitmesine mani olan tüm zincirler, ahirette boynuna takılır. “Her insanın kaderi boynuna bağlanmıştır.” (İsra 17/13) Esaretten kurtuluşun yolu da belli: “O (Peygamber) onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indirir.” (Araf 7/157)

Ümmü Cemil Mekke’nin nüfuzlu kişilerinden. İnsanları mevkilerinden dolayı aşağılayan, onlara tepeden bakan Ümmü Cemil, açıkça söylenmese de boynunda ip olan odun taşıyan eşeğe benzetilmiş. Ve bu ayetler kendisi hayattayken nazil olarak daha dünyadayken ona bu rezilliği yaşatmış.

Velhasılı kelam: Zafer inananların

Düşman ne kadar güçlü olursa olsun ümitsizliğe düşmeyin. Yeter ki durmanız gereken yerde, pazarlığa bile kapı aralamadan onurlu bir duruş sergileyin. İşte o zaman Allah zalimlerden intikamını alır. Surenin Kafirun ve Nasr surelerinden sonrasına yerleştirilmesinde böyle bir anlam çıkabilir: Sizin dininizi seçmedikleri sürece onlarla uzlaşmazsanız (Kafirun Suresi) Allah size yardım edecek ve fethe nail olacaksınız. (Nasr Suresi) Ebû Lehebler Rasûl’ün takipçilerine taş atmaya devam edecektir. Onlar da zaferin inananların olacağını biliyor. Esasen tüm çıldırmışlıklarının temelinde bu var. Şu ayette olduğu gibi:

“Hak geldi batıl yok oldu. Batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsra 17/81)

--------------------------

[1] İbn İshak, es-Sîre, 215.

[2] Buhari, Cenâiz, 98; Tirmizi, Fiten, 63: Tefsir-i Sure 111.

[3] Buhari, Tefsir-i Sure 111, 1-3; Müslim, Fiten, 91; İman, 348, 355.

[4] Elmalılı Hami Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IX/251.

[5] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XXX, 217.

 

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum