Bir mekteptir anne-baba

...

Size bir ‘iş’ teklifimiz var. Sıradan bir iş değil bu. Dünyanın en önemli işlerinden biri. Görevleri ve sorumlulukları oldukça ağır.

Aradığımız özelliklerin başında hareket kabiliyeti geliyor. Sürekli ayakta çalışmanız gerekebilir. Her koşulda dayanıklı ve enerjik olmalısınız. Haftada 135 saat… Gün ve saat sınırlaması yok.  Öğle tatili, resmi tatil yok. Yılın her günü ve her saati… Bazen sabahlara kadar uyumadan ertesi güne başlayabileceksiniz.

Üstün pazarlık kabiliyeti ve insan ilişkileri gerektiren bir iş. Mutfak konusunda da oldukça becerikli olmalısınız. Birçok şeyi aynı anda yapabilmelisiniz. Birlikte çalıştığınız kişinin sürekli ilgi odağı olacaksınız. Tabii sizin için de durum çok farklı olmayacak.  Kendinizi unutacak, önce iş arkadaşınızı düşüneceksiniz. Özel hayatınızdan vazgeçmeniz, iş arkadaşınızla sabahlara kadar çalışmanız gerekebilecek. Zaman zaman kaos gibi bir ortamda bulacaksınız kendinizi. İlk günlerde alışıncaya kadar zorlanırsınız. Ancak tarifi mümkün olmayan bir duygu, en büyük azığınız olacak.

Ücret konusuna gelince;  size bu iş için hiçbir ödeme yapılmayacak. Hatta ücret almayı aklınızdan bile geçirmeyeceksiniz.  ‘Tam bir delilik bu!’ dediğinizi duyar gibiyim. Ama bu pozisyonda çalışan ve çalışmak için can atan milyarlarca insan var desem…

Kim mi?

Anneler…

Fedakârlık âbideleri

Anne baba…

Üzerimizde en fazla hakkı bulunan, dünyaya geliş sebeplerimiz. Tabi ki Rabbimizden sonra… Karşılık beklemeden veren, fedakârlık âbideleri. İtaat etmesek dahi desteğini bizden esirgemeyen cennet vasıtalarımız. Dünyalık adına bize verilen en kıymetlilerimiz…

Bir mekteptir ebeveyn. Evladın; vefayı, merhameti öğrendiği bir mektep. Sadece O’na kul olmak için geldiğimiz bu dünyada, sevginin nasıl halis olabileceğini gösterir bize. Bu mektebi geçemeyen; evladına anne baba, çevresindekilere dost, Rabbine kul olabilir mi! Kendisini dokuz ay zahmetle taşıyan, doğduğu andan itibaren de gece-gündüz, sağlık-hastalık, gençlik-ihtiyarlık, varlık-yokluk demeden hayatını işgal ettiği annesine nankörlük eden bir insanın, diğer varlıklara karşı –Rabbi de dâhil- vefakâr olması düşünülemez. Zira insanın herhangi bir olay karşısındaki tavrı, onun nasıl bir karaktere sahip olduğu hakkında bilgi verir.

Allah Teâlâ’nın, anne babaya ihsanı kendisine kulluğun hemen ardından zikretmesi,[1] bu mektebin ne kadar kıymetli olduğunu gösterir. Üstelik bu meselenin ahlakî boyutundan ziyade imanî boyutu bulunduğuna işaret eder. “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza  ihsanda bulunmanızı (onlara iyi davranmanızı) kesin bir şekilde emretti.” (İsrâ 17/23) Bu emrin, başta Yahudiliğin on emri olmak üzere eski şeriatlarda da bulunması, ne kadar köklü olduğunun nişanıdır.

İhsan mı itaat mi?

Kur’an-ı Kerim’de anne-baba ile ilgili ayetlere baktığımızda görürüz ki emredilen, ebeveyne mutlak itaat değil, ihsandır. “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını (ihsanı) tavsiye etmişizdir... Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana şirk/ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Yine de onlarla dünyada iyi geçin. Sen Bana yönelenlerin yolunu izle. Sonunda dönüşünüz ancak Banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” (Lokman 31/14-15)

Ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak aktarılan rivayet, konuyu aydınlatmaya kâfidir:  Annesinin bir tanesi olan Sa’d b. Ebî Vakkas, 17 yaşında Müslüman olmuştu. O günlerde yaşadıklarını şöyle anlatır: “Ben anneme karşı çok saygılıydım. Müslüman olduğum zaman annem bunu kullanarak beni İslâm’dan döndürmek istedi ve: ‘Ey Sa’d! Bu yeni din de neyin nesi? Ya bu dini terk edeceksin yahut ölene dek yiyip içmeyi bırakacağım!’ dedi. Ben kendisine: ‘Anneciğim sakın böyle bir şey yapma! Zira ben kesinlikle dinimi bırakmam.’ dediğim hâlde o, yemeyi içmeyi bıraktı. Bu hâl bir müddet devam etti. Benim bütün ısrarıma rağmen  ağzına bir şey koymadığından annem gittikçe erimiş, bitkin düşmüştü. Kendisine: ‘Anne, Allah’a yemin olsun ki, senin yüz canın olsa ve her gün birer birer çıkmaya başlasa, ben bu dinimi terk etmem!’ dedim. Benim bu azmimi ve kesin kararımı görünce yiyip içmeye başladı. Bu olay üzerine bu ayet indi.”

İbrahim ne güzel örnektir!

Bu hususta mihmandarımız İbrahim (a.s). O, müşrik babasıyla dünyevî mevzularda iyi geçinir ancak Allah’ın hakkını her hakkın üzerinde tutarak babasının şirk barındıran emirlerine itaat etmezdi. Tevhid’i, doğrudan babasının yüzüne haykırırken asla saygıyı, merhameti de elden bırakmaz,[2] babasının tavrı ne kadar sert olursa olsun her defasında “babacığım” diye hitap ederdi. Çünkü Allah Teâlâ anne babaya ihsanı, hiçbir şarta bağlamamıştır. Müslüman veya kâfir, iyi veya kötü fark etmez her durumda iyi muamele şarttır. Hiç ilgilenmese, onu sokağa atsa dahi Allah emrettiği için evlat, anne babasına ihsanda bulunmakla yükümlüdür. Ve hürmette kusur ederse hiçbir zaman anne babasına karşı haklı konuma çıkamayacağını unutmamalıdır. Zira ebeveynin hakları en yüce makam tarafından koruma altına alınmıştır. Onlar anne-babalığın hakkını vermediğinde Allah’a ayrıca hesabını vereceklerdir.

Allah (c.c.) İbrahim kıssası üzerinden anne babasına gereken hürmeti göstermeyenlerden şu sorgulamayı yapmalarını ister: Anne-babanız, Hz. İbrahim’in müşrik babasından daha mı kötü ki İbrahim (a.s.)‘in babasına gösterdiği hürmeti onlardan sakınıyorsunuz? Anne babasını elinin tersiyle itip sözüm ona İslamî çalışmalar yürütmeye çalışanlar, kendilerine ne Kitab ne de sünnetten bir dayanak bulamayacak; Allah Rasûlü’nün Veda Hutbesi’nde yer alan anne babaya hürmet konusundaki vasiyetini yerine getirmemiş olacaklardır.

Hakk’ın hatırı âlîdir

İbrahim (a.s.) babasıyla olan imtihanından yüz akıyla çıktıktan sonra bu kez de yavrusu İsmail (a.s.) babasıyla imtihan olur. Kendisini Allah emretti diye keseceğini söyleyen babasına -yıllar önce İbrahim (a.s.)’in babasına davrandığı gibi yumuşaklıkla- boynunu kesmesi için uzatır. İbrahim, geçmişine (babasına) sahip çıkarak aslında geleceğini (evladını) hazırlamıştır.

Allah Teâlâ kimi zaman evlat üzerinden kimi zaman da anne-baba üzerinden insanı terbiye eder. Bu imtihanda bazen Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah gibi Bedir’de babasıyla savaşıp onu öldürerek imanını ispatlaması, bazen Hz. Ebû Bekir gibi Bedir’de oğlu Abdurrahman’ı öldürmek için izin isteyecek kadar evladından geçmesi gerekir.

Anne mi, baba mı?

“Bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, öncelikle kime iyi davranıp hoş sohbette bulunayım? Güzel geçinmeme ve bakmama en lâyık olan kimdir?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.s): ‘Annen!’ diye cevap verdi. Adam: ‘Sonra kim?’ dedi. Rasûlullah (s.a.s) ‘Annen’ diye cevap verdi. Adam tekrar: ‘Sonra kim?’ dedi. Rasûlullah (s.a.s) yine: ‘Annen!’ diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: ‘Sonra kim?’ Rasûlullah (s.a.s) bu dördüncüyü: ‘Baban!’ diye cevapladı.”[3]

Âlimlerimiz hürmette öncelik konusunda “Ebeveyn ikisi de hayatta ise hizmetini görmede öncelik annenin; saygı, ihtiram göstermede ise babanındır.” diye anne babanın tabiatlarına ve beklentilerine münasip bir şekilde hükmederek arayı bulmuştur.

Peki, nasıl ihsanda bulunacağız?

“Öf” bile demeyecek yumuşaklıkla,[4] nazik bir üslupla güzel söz söylemek, her türlü meşru isteğine itaat etmek, maddi-manevi her türlü ihtiyaçlarını gidermek, saygısızlık etmemek, onlar için dua etmek ebeveynimizin üzerimizdeki haklarındandır. Bırakın kötü söz söylemeyi başkasının onlara olumsuz bir davranışına neden olmak dahi yasaklanmıştır. Efendimiz: “Bir kimsenin ana babasına sövmesi büyük günahlardandır.” şeklinde buyurunca Ashâb-ı Kirâm: “Bir kimse ebeveynine nasıl sövebilir?” diye hayretle sordu. Efendimiz (s.a.s): “Biri başkasına kötü söz söyler, o da tutar bunun ebeveynine söver.” diye cevapladı.[5]

Ya kayınvalide ve kayınpeder?

Anne-babamız bizi cennete götüren iki vasıtadır. “Ana babası hayatta olan bir Müslüman, Allah’tan sevap bekleyerek onların hizmetinde bulunursa, Allah ona cennette iki kapı açar. Eğer ana babadan biri varsa, bir kapı açar. Eğer onlardan birini kızdırırsa, onun rızasını kazanmadıkça, Allah o evlattan razı olmaz.”[6] Bu fırsatları değerlendirmeyenlere “Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün!” diye beddua etmiş Efendimiz.[7]

Kayınvalide/ kayınpeder de eşinin cennete gidebilmesi için bir fırsattır. Çok sevdiği ve hayatını paylaştığı eşinin bu fırsatı değerlendirememesine neden olmak zulüm değil de nedir!

Vefat ettiklerinde…

Onlar için yapmamız gerekenleri Rasûlullah’ın dilinden öğrenelim:

Bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânım var mı?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.s): “Evet vardır. Onlara hayır duada bulunmak, onlar için Allah’tan istiğfâr etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babanın akrabalarına sıla-i rahmi ifa etmek, onların dostlarıyla ilişkiyi devam ettirip onlara ikramda bulunmak; akrabalarıyla ilişkiyi devam ettirmek ki, senin bütün akrabaların ancak onlar vasıtasıyla var olmuştur.”[8]

Vefat eden anne babanın, amel defterinin kapanmaması da evladın elinde: “İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak, şu üç şeyle sevabı devam eder: Sadaka-i câriye, insanların faydalanacağı bir ilim ve arkasından hayır dua eden bir evlât.”[9]

Küçükken nasıl ki bize merhamet gösterdilerse biz de tevazu ile onlara kol kanat gererek Allah’tan, anne babamıza merhamet etmesini dileyerek bitirelim:

“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla.” (İbrahim 14/41)

---------------------------------

[1] Bkz. Nisa 4/36,En’am 6/151, İsra 17/23-24, Bakara 2/83.

[2] Meryem 19/41-49.

[3] Buhâri, Edeb 2; Müslim, Birr 1.

[4] İsra 17/23.

[5] Buhârî, Edeb 4.

[6]  Buhârî, Edebu’l Müfred Terc. 1/9.

[7] Müslim, Birr,10.

[8] Ebû Dâvud, Edeb, 129; İbn Mâce, Edeb 2; K. Sitte, 2/490.

[9]  Buhârî, Edebu’l Müfred, 19.

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum