Nükte ve fıkralarıyla Mehmet Akif Ersoy

...

27 Aralık 2022, Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 86. yılı. Bugünün insanına, özelikle de gençlere örnek gösterilebilecek üstün niteliklere sahip tarihi şahsiyetlerimizin sayısı ne yazık ki çok fazla değil. Tanınan, bilinen çok insan var. Ama sözleriyle eylemleri tutarlı, dürüst, inançlı ve erdemli bir duruş sergileyen büyüklerimiz az. Mehmet Akif bu azlardan biri.

Akif, gerçek bir halk adamıdır. Halkın dertleriyle yakından ilgilenen, onlara deva bulmaya çalışan gerçek bir münevverdir. Akif, millet sorunlarla boğuşurken buna aldırmayıp keyfine bakan tuzu kuru, bencil insanları nitelemek için "Köy yanar, kahpe taranır." deyimini kullanır, hislerini iyi ifade ettiği için de bu deyimi çok severmiş.

Biz bu yazıda Akif’i yalnızca ders verici nükte ve fıkralarıyla anacağız. 

TAVSİYE

İstiklal Marşımızın şairi, Safahat gibi abide bir eserin müellifi, Kurtuluş Savaşının Akif Hoca’sı, hepsinden önemlisi dürüstlük timsali bir münevver olan Mehmet Akif Ersoy (1873–1936)’un da birbirinden değerli nükteleri ve hazır cevapları bilinmektedir.

İlk meclisteki milletvekilliği sırasında Mehmet Akif’i ziyarete gelen dostları kendisine, o günlerde isimleri çok geçen bazı devlet adamları hakkındaki düşüncelerini sormuşlar. Akif’in cevabı bir tavsiyeden ibaret olmuş:

-Ülke geleceğinden ümit kesmek istemiyorsanız büyük adamları yakından tanımayınız.

HABER

Mehmet Akif, Mısır’da ikamet ettiği 1930’lu yıllarda Türkiye’den uzun süre haber alamamış. Neden sonra aldığı bir mektupta ise annesinin öldüğü bildirilip başsağlığı dileniyormuş. Akif, bu mektubu gönderen yakın dostuna haklı bir sitemde bulunmuş:

-Yahu sizden bir haber çıkması için bizim evden cenaze çıkması mı gerek?

YÜZ YÜZLÜLER

Dürüstlük abidesi bir şahsiyet olan Mehmet Akif, ikiyüzlü insanları sevmez, hatta onlardan nefret eder, mümkün olduğu kadar o tür insanlardan uzak dururmuş. Hayatının son yıllarında ikiyüzlü insanlara karşı bu olumsuz tutumunu değiştirmiş; üstelik onlara yakınlık duymaya başlamış. Bu değişimi fark eden dostları bunun sebebini sorduklarında şu açıklamada bulunmuş:

-Zamanımızda yüz yüzlü insanlar türedi; işte bu sebeple ikiyüzlü insanları arar ve sever oldum.

YAĞLA, BALLA BESLEMEK

Mehmet Akif, İlk Mecliste milletvekili iken bir oturum sırasında bir konuşmacı, memur ve öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin görüşlerini açıklarken o günün dil anlayışı gereği memurlar ve öğretmenler karşılığı olarak “memurîn-i muallimîn” (memurlar ve öğretmenler) diyeceğine ya aradaki farkı bilmediği ya da iki ifadenin de aynı kapıya çıkacağını sandığı için hep memureyn-i muallimeyn (iki memur ve iki öğretmen) diyormuş. Konuşmacının bu dikkatsizliği dinleyiciler arasında gülüşmelere sebep olmuş. Akif de böyle konuşan vekile şöyle seslenmiş:

“Aah, senin ifade ettiğin gibi memureyn-i mallimeyn (iki memur ve iki öğretmen) olsa da onları yağla balla beslesek!” 

AKİF’İN İHTİYARLAMASI

Âkif, ölümsüz eseri Safahat’ın son cildi olan Gölgeler’i basma işini, Matbaatü'ş Şebab (Gençlik Matbaası) adında bir basımevine vermiş. Fakat bu basımevi sözü edilen eseri basma işini o derce savsaklamış, o kadar uzatmış ki Âkif; evi, işi ve matbaa arasında aylarca mekik dokumaktan bezmiş, usanmış. Âkif bu durumu anlatmak için şöyle dermiş: “Şeyyebetnî Matbaatü'ş-Şebab” (Gençlik Matbaası beni ihtiyarlattı).

DEVLET BİLE ALAMADI

Âkif, Halkalı Baytar Mektebindeki hocalığı sırasında bir gün, okula İstanbul’dan gidip dönen öğrencilerin, aralarında, “Ben yedi trenini aldım, ben yedi otuz trenini aldım...” gibi konuşmalarına şahit olmuş. (Demek ki “binmek” yerine “almak” şeklinde Fransızca taklidi kullanış o zamandan beri varmış. Bugün de bazı çevrelerde çay veya kahve içmek yerine, çay veya kahve almak; banyo yapmak yerine, banyo almak gibi ifadeler kullanılmakta ve haklı eleştirilere hedef olmaktadır.)

Türk Edebiyatı hocası Âkif, gençlere bu taklit kokan konuşmalarının dilimiz açısından yanlışlığını uzun izah etmek yerine şöyle demiş:

-Çocuklar, o trenleri henüz koca Türk devleti bile alamadı, siz nasıl aldınız?

YENİ NESLİN MARİFETİ

Mehmet Akif, çok sevdiği, saydığı, Safahat’ında kendisinden bahsettiği, kişiliğini idealize ettiği Bosnalı Ali Şevki Hoca ile bir gün, Vefa Bozacısında buluşmak üzere randevulaşmış. Mehmet Akif randevusuna her zaman olduğu gibi tam vaktinde gelmiş. Ali Şevki Hoca ise bir hayli rötar yapmış. Akif, “Üstadım hayırdır, niçin geciktiniz? Randevunuza geç kalmak sizin mutadınız (âdetiniz) değildir.” diyerek bir açıklama istemiş.

Ali Şevki Hoca, Küçük Pazardan Vefa’ya çıkan yokuşu kastederek, “Azizim, şu Vefa’ya çıkan dik yokuş yok mu, onu çıkana kadar kaç sefer dinlenmek zorunda kaldım. Yaş ilerledi, artık bizden iş geçti” diye özür beyan etmiş.

Akif en güzel esprilerinden birini Hoca’nın bu açıklaması üzerine yapmış:

-Üstadım, sizin hiç haberiniz yok mu? Yeni nesil bahsettiğiniz o yokuşu dümdüz etti! (Vefa diye bir şey bırakmadı).

ANCAK ÖLÜM

Mehmet Akif’in Beylerbeyi’nde, dostu Mithat Cemal Kuntay’ın da Çapa’da oturduğu yıllarda, bir kış mevsiminde, bir gün Akif, M. Cemal’i evinde ziyaret etmek üzere söz vermiş. Fakat tam belirlenen ziyaret gününün gecesinde yoğun bir kar yağmış ve bütün İstanbul beyaz örtüyle kaplanmış. Karla birlikte ortaya çıkan fırtına, şehir içindeki deniz ve kara trafiğini adeta felç etmiş. Bırakın Beylerbeyi’nden Çapa’ya gitmeyi, aynı mahallede evden eve gitmeyi bile zorlaştırmış. M. Cemal, böyle bir havada Akif’in gelmesinin imkânsız olduğunu düşünerek şahsi işlerine dalmış. Öğle ile ikindi arası bir saatte ilk defa olarak kapı çalınmış. M. Cemal kapıyı açtığında Akif’i görünce tam bir şaşkınlığa uğramış. Akif’i içeri alıp biraz sormuş:

-Üstadım, ulaşımın felce uğradığı, insanın evinden dışarı çıkmaya korktuğu böyle bir havada niçin geldin? Gelmemen için geçerli mazeretin vardı.

Verdiği cevap Akif’in ne kadar prensip sahibi olduğunun, iyi yetişmiş bir Avrupalıyı bile hayran bırakabilecek bir dürüstlüğün belgesidir.

-Gelmemem için tek bir şey geçerli mazeret olurdu: Vefat etmem!..

BİR YERİNİZ Mİ AĞRIYORDU?

Akif’in eğitimini aldığı esas mesleği bilindiği gibi baytarlık (veteriner hekimlik)’tir. Fakat bu mesleği hiç yapmamıştır.  Bir mecliste Akif’e yukarıdan bakma eğiliminde biri küçümseme amaçlı olarak, “Sizin mesleğiniz baytarlıktı, değil mi?” demiş. Akif cevap vermiş:

-Elbette ben bir baytarım. Bir yeriniz mi ağrıyordu acaba?

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum