Yaşamak: En kutsal insan hakkı

...


Dünyanın hangi ülkesinde belli bir dönemde en çok cinayet işlendiği hakkında bir araştırma, bir istatistik var mı, bilmiyorum. Eğer varsa Türkiye’nin en çok cinayet işlenen ülkelerin ilk sıralarında yer alacağından şüphe duymuyorum. Bir şeyden daha şüphe duymuyorum: Türkiye en çok cinayet işlenen ülke olmasının yanında en ilkel, en çağdışı gerekçelerle ve en vahşi yöntemlerle insan yaşamına son verilen ülkeler arasında da yine ilk sıralardadır.

Şimdi size yüksek tirajlı bir gazetenin on yıl kadar önceki bir sayısından tek bir günlük cinayet haberlerini aktarıyorum:

“Evlat vahşeti: Anne babasını uyurlarken bıçakladı”, “12 yaşındaki öğrenciye dokuz bıçak darbesi”, “22 yaşındaki gaziyi 10 TL için öldürdüler”, “Evinde iş yaptırdığı ustanın 15 bin lirasını almak için başına tencere ile vurarak bayılttı, sonra da boğarak öldürdü”, “Ağzı çorapla tıkanıp bezle elleri, ayakları bağlandıktan sonra bıçaklanarak öldürülen, sonra yakılan bir kadın cesedi bulundu…”

Bir eksiği, iki fazlasıyla günümüz gazetelerinde de benzer haberlere çok rahat rastlanabilir. Çünkü cinayetler ve katliamlar her türüyle eksilerek değil, yükselerek devam ediyor. 21. yüzyılda, uygar bir ülkede, uygar bir toplumda yaşadığımıza kimseyi inandıramayacağımız; insanlıkla izahı mümkün olmayan çok ilkel, çok vahşi cinayetlerle sarsılıyoruz.

Daha hayatının baharındaki çocuklarını ve eşini uykudayken kurşuna dizen babalar; annesini babasını, kardeşlerini otomatik silahla tarayan evlatlar; aşığı ile bir olup kocasını öldüren kadınlar; ayrıldığı eşini sokak ortasında onlarca bıçak darbesiyle delik deşik eden kocalar... 

Dünyada insandan ve onun hayatından daha değerli ne olabilir? İslam dini insanı yaratıkların en seçkini, en onurlusu olarak kabul ediyor. Bunun sonucu olarak evrendeki her şeyin onun emrine ve hizmetine boyun eğici kılındığını belirtiyor. Ünlü bilge Sadi, “Dünyanın bütün servetleri, haksız yere akıtılan bir damla insan kanına değmez” diyor. Filozof Kant da, “İnsan gayedir, vasıta değil” sözüyle ona destek oluyor. İnsan bu evrende her şeyin kendisiyle değer kazandığı varlıktır. Böyle bir varlığın hayatına nasıl bu kadar çağdışı gerekçelerle nasıl bu kadar kolaylıkla son verilir? Bunu yapabilen insanlar nasıl bir ruh dünyasına sahiptirler? Kendi hayatlarının da benzer gerekçelerle ortadan kaldırılabileceği tehlikesi karşısında ne hissederler? Cehaletleri, kibirleri, feodal takıntıları böyle bir durumda onları ne kadar yüreklendirir?

Tarih boyunca bir hayata son vermenin toplumca meşru sayılan nedenleri olmuştur. Ama her zaman bir hayatı ortadan kaldırmanın kuralları, koşulları olmuştur. İnsan onuruyla bağdaşmayan, vahşet ve işkence sayılacak bir yöntemle insan öldürmek örgütlü hiçbir toplumda meşru sayılmamıştır. Dinler açısından da durum farklı değildir. Sözgelişi, İslam dini, bir insanın dirisine işkence yapmayı, işkenceyle öldürmeyi yasakladığı gibi ölüsüne de işkence yapmayı yasaklamıştır. Ölü birinin kolunu bacağını kesmek, doğramak, vücudunu delik deşik etmek, iç organlarını yerinden çıkarmak, parçalamak, yakmak gibi işlemleri yasaklamıştır. Bu konuda diğer dinlerin görüşü de bundan farklı değildir.

Bu ülkede bir bölümü incir çekirdeğini bile doldurmayacak önemdeki politik ve toplumsal olaylar ve sorunlar için paneller, açıkoturumlar, TV programları düzenlenirken kelimenin tam anlamıyla hayat-memat sorunu olan cinayetlerle ilgili hiçbir program yapılmıyor. Niçin bu kadar çok bu kadar vahşi cinayetler işleniyor? Niçin bu toplumdan bu kadar cani çıkıyor? Hangi psikoloji ile bu cinayetleri işliyorlar? Bu toplumun sosyologları, psikologları, kriminologları bu sorulara ne zaman cevap verecekler; uzmanlıklarını, tecrübelerini ne zaman konuşturacaklar?

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum