Yavuz'a yeni bir isim gerek: “EBABİL” -1
...
Tufan'dan sonraydı… Kabe
Âlemlerin Rabbi, İbrahim Aleyhisselam’a “beyti”ni inşa etmesini emretti…
Her ne kadar batılı arkeolog ve tarihçiler ve onlardan esinlenen bizim tarihçilerimiz, İbrahim aleyhisselam’ın M.Ö. 3000 ila 2000’ler arasında yaşadığına inansalar da peygamberlerin yeryüzüne indirilişinin kronolojik sırasını veren ayetlere göre O, Hz. Hud'dan önce yaşamış olamaz. Hz. Hud'un adının geçtiği ve II. Ad Kavmi tarafından bırakılan kitabenin arkeolojik yaşı ise M.Ö. 1800’lere isabet etmekte[1]. Ne var ki batı “Hud” diye bir peygamberin varlığını kabul etmediği için bu belge onları ilgilendirmiyor. Biz ise bu konuda tek alternatif söylemin sahibi üstat Abdurrahman Habenneke el-Meydanî gibi düşünüyoruz[2]: O ancak M.Ö.1861 ila 1686 yılları arasında yaşamış olmalıdır.
Yani bu durumda O, günümüzden yaklaşık 3500-4000 yıl önce yaşamış dolayısıyla o dönemde Beytullah'ı inşa etmiştir. 2005 yılında “Kâbe’nin İşgali” adı altında güzel bir çalışmaya imza atan Sayın Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, 3500 yıl içinde Kâbe’nin tam altı kez işgal/işgal teşebbüsüne maruz kaldığını ifade etmiştir. İşgaller, maalesef hep kendini “Müslüman” olarak tanımlayanlar tarafından; işgal teşebbüsleri ise Hıristiyanlar tarafından yapılmıştır. Yani bir anlamda şöylede denebilir: Âlemlerin Rabbi, “beyt”ine kan dökmek kastı ile gelenler Müslüman veya kendini öyle tanımlayan kulları olduğunda merhamet etmiş ve onlara tövbeleri için fırsat vermiş ama işgal kastı ile gelenler Hıristiyan veya gayr-ı müslim olduğunda ya Ebabilleri veya Ebabil misali kulları ile onların bu cürümlerine engel olmuştur.
…
Hıristiyanlar tarafından yapılan işgal teşebbüslerinin ilki bilindiği gibi Yemen valisi Ebrehe tarafından gerçekleştirilmiş ve henüz yeryüzünde O'nun ümmetinden Allah'ın dininin koruyucuları olmadığı için “Beytullah” sıra dışı bir yolla “Ebabil”lerin koruyuculuğuna bırakılmıştı.
Ancak şu soru akıllara gelebilmektedir: Haccac geldiğinde veya Karmatiler terviye günü 30 bin silahsız hacıyı Harem sınırları içinde (üstelik 1700 hacı tavaf esnasında katledilmişti) katlederken Rabbimiz Ebabillerini neden göndermedi?
Oysa Âlemlerin Rabbi “vadinde sadık”tı. O'nu “âlemlere rahmet” olarak göndermişti. “Ey Habibim!” demişti Enfal Suresi'nde “Sen onların içlerinde iken ben onlara azap edecek değilim”. İşgal eden kullarının kendilerince bir Hz. Muhammed sevgisi vardı ve bu yüzden onları birbirine bıraktı.
Ama “beyt”ine uzanan eller Müslüman kullarının dışındakilerden olunca buna asla izin vermedi. Evet, 571’de “Beytullah” Ebabillerle korundu ama 1182’de Hıristiyanlar ve Tapınak Şövalyeleri Mekke'nin Kızıldeniz kenarındaki limanına yaklaştığında artık yeryüzünde “O'nun erleri” vardı. Ve yeryüzü yaratıldı yaratılalı Kâbe’yi işgalden korumakla şereflenmiş sadece “iki er” kaydetti tarih. İlki Selahaddin'di. Ola ki bir Fatiha göndermek, hayır duada bulunmak istersiniz diye söylüyorum: Selahaddin bizzat bu savaşta bulunmadı. Amiral HÜSAMEDDDİN ismindeki deniz komutanını görevlendirdi. O da (Allah ondan razı olsun), zapt edilen bütün kale ve limanları geri aldı. Düşmanın gemilerini tahrip etti, askerlerini esir aldı.[3]
…
Osmanlı tuğrası Mısır'a hâkim olan bir devletin (Eyyubiler), Kızıldeniz'de askerî güç bulundurması kendi sahil güvenliği için zaruri olan bir durumdu. Bu yüzden Selahaddin Eyyubi'yi bir nebze anlayabiliriz ama İstanbul'da oturan bir hükümdarın başka bir hükümdarın egemenlik sahasındaki (Mekke, Medine o sırada Memluklere aitti) bir şehre yapılabilecek taarruzları önceden öğrenip ta İstanbul'dan bunun tedbirlerini alabilmesi için ya “dava adamı” olması ya “adam gibi adam” olması ya da Allah'ı ve O'nun haram kıldığı beldeyi (ömründe bir kez dahi gidemeyecek olsa da) çok ama çok sevmesi gerekir diye düşünüyoruz.
Ya da her üçü birden olması, yani “Yavuz” olması gerekir...
Evet, Portekizler Hindistan'ın batı sahillerindeki Goa şehrini aldıklarında 6000 Müslüman’ı katletmiş geri kalanları da ertesi gün camilere doldurup yakmışlardı. Ama daha acısı başlarındaki canavar, en büyük iki hayalinden birinin güneyden Nil'in yatağını değiştirerek Mısır'ı kurutmak diğerinin de Hz. Muhammed'in türbesini yıkmak olduğunu ilan ettiğinde, bu toprakları elinde tutan Memlük sultanlığının Kızıldeniz'de üç tane gemisi dahi yoktu. Osmanlı tarafından gönderilen 30 gemilik yardım filosu, donanma inşası için mühendis ve teknik malzemeyi gönderdiğinde tarih 1511’di ve Osmanlı tahtında II. Beyazıt vardı. Üstelik Beyazıt açık denizlerde serbest (!) çalışan Türk korsanlarına da haber göndererek Memlük Sultanının emrine girmelerini istemişti. Öyle ya sadece gemi yapmakla denizci olunmuyordu. O gemileri kullanacak usta denizcilere de ihtiyaç vardı. Allah yine ondan da razı olsun, Beyazıt'ın çağrısına uyan Selman Reis ki belki de adını ilk kez duydunuz, değme kahramanlardan daha kahraman biriydi. Çünkü herkes vatanını veya dinini korurken O Allah'ın “beyt”ini koruyacaktı. Derhal geldi ve Memluk Sultanı Kansu Gavri'nin emrine girdi. Portekizliler Mekke veya Medine'ye gitmek üzere Kızıldeniz'e girdiklerinde o, orada olacaktı.
Yazık ki henüz daha filoyu bile inşa edemeden Beyazıt vefat etti. Ama vefat etmeden önce emaneti ehil ellere teslim etmişti. Kim bilir belki de Beyazıt'ın bir idareci olarak en güzel ameli, oğlu Yavuz'u kendisi sağken tahta çıkarmasıydı. Zira eğer büyük oğlu Ahmed'i yerine geçirmekte ısrar etseydi, kendi topraklarında çıkan Şahkulu isyanı ile bile ilgilenmeyen biri, herhalde Memluk toprağı olan Mekke-Medine'ye yapılacak taarruzlarla ilgilenecek değildi.
(devam edeceğiz)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.