Nebevî bir davet için -1

...

Allah’ın dinine çağıran kimselerin hayatında hiçbir leke olmamalıdır. İslam davetçisi neyi temsil ettiğinin şuuru içinde yaşamalı, sözleri ve fiilleriyle emin bir hayat sürmelidir.

Temiz bir mazi

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Safâ tepesinden davetini ilan ettiğinde kendisini merakla izleyenlere şöyle sormuştu: “Şu dağın ardında size saldırmak üzere olan bir düşman ordusu var desem, bana inanır mısınız?

Bu ömrü boyunca kimseyi aldatmamış, şakayla bile olsa hiç yalan söylememiş yüce bir zatın sorusuydu. O, yirmi yaşlarında Hılfu’l-Fudûl teşkilatına katılmış, çevresine güven ve huzur aşılamış, Kâbe’nin tamiri sırasında yaşanan anlaşmazlığı tüm tarafların takdir ettiği bir şekilde çözmüş, Mekke’nin Emîn’i olmuştu.

Zeyd b. Hârise kendisini hürriyetine kavuşturup memleketine götürmek isteyen ailesinin değil Muhammed Aleyhisselâm’ın yanında kalmayı tercih ettiğinde şöyle diyordu: “Ben bu zatta öyle güzellikler gördüm ki hiç kimseyi ona tercih edemem. Ondan hiçbir zaman ayrılmayacağım.”

İlk vahyi alıp korku ve endişe içinde evine vardığında hanımı Hz. Hatice’den duyduğu sözler Efendimizin kırk yıllık hayatını ne güzel özetliyordu: “Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.” (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy” 3; Müslim, “Îmân”, 252)

Güzel ahlakın ve bütün faziletlerin sahibi Sevgili Efendimiz davetinin doğruluğuna mübarek hayatını delil göstermiş, Allah’ın üzerine yemin ettiği güzel ömrünü kavminin önüne sermiştir.

“Ben peygamber olmadan önceki bütün hayatımı sizin aranızda geçirdim, hiç düşünmüyor musunuz?” (Yûnus Sûresi 10/16)

Allah’ın dinine çağıran kimselerin hayatında hiçbir leke olmamalıdır. İslam davetçisi neyi temsil ettiğinin şuuru içinde yaşamalı, sözleri ve fiilleriyle emin bir hayat sürmelidir. Davetçinin hayatındaki yanlışlar, şahsiyetindeki zaaflar, mesajına, davetine zarar vermemeli, insanları âlemlerin Rabbine çağıran kimselerin Rabbanî bir duruşları olmalıdır. Aksi halde salih amellerle desteklenmeyen kuru sözler hiçbir fayda vermeyecektir.

İman ve ihlas sahibi

Davetçi insanları çağırdığı şeye ilk önce kendisi tüm kalbiyle inanmalı, davasına sarsılmaz bir imanla bağlanmalıdır. Şüpheler içinde boğulan, inancından emin olmayan, kendi yüreğine bile ferahlık koyamayan bir kimse muhatabına ne yarar sağlayabilir? Tüm kalbiyle Rabbine bağlanmış bir davetçinin tek hedefi Allah’ın rızasını kazanmaktır. “Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum, benim mükâfatım alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” (Şuarâ Sûresi 26/127) diyen peygamberler davetçinin örneği olmalı, dava geçici dünyevî heveslere, makam ve mevkilere feda edilmemelidir.

Sevgi ve şefkat dolu yürekler

Sevgili Peygamberimiz alemlere rahmet olarak gönderilmiş, İslam yeryüzüne sevgi ve merhamet getirmiştir. Öyleyse davetimizin dili sevgi ve merhamet yüklü olmalıdır.

Yeryüzü Firavun ve Nemrud gibi nice zalimler görmüş, onlar insanlara her türlü baskı ve şiddeti uygulamış, kendilerine karşı çıkanlara acımasızca işkence etmişlerdir. Zulmün ve küfrün gaddarlık ve vahşeti karşısında müminlerin sevgi ve merhameti vardır. Onlar tüm yaratılanlara rahmet nazarıyla bakarlar. İnsanları cehennemden kurtarıp cennete ulaştırmaya çalışan kimselerin bunu katı bir kalp ve sert söylemlerle gerçekleştirmeleri mümkün değildir.

“Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile ve yapılacak işler hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân Sûresi 2/159)

Nebî aleyhisselâm Uhud günü yerlerini terk eden ve savaşın kaybedilmesine sebep olan sahâbîlerini bağışlamış, amcasını şehit ettikten sonra vücudunu parçalayanları, kızı Zeyneb’i yaralayan ve torununun ölümüne sebep olanları affetmiştir. O, bütün gücüyle insanların iki cihan saadetine erişmeleri için mücadele vermiş, Tâif’te kendisini taşlayanlar için dahi dua etmiştir.

“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezâil 19; Buhârî, Rikâk 26)

Ömrünü insanları cehennem ateşinden korumak için harcayan ve kavminin hidayeti için gözyaşlarıyla dualar eden Sevgili Peygamberimizin yoluna davet edenlerin sevgi ve şefkatle yüklü tertemiz kalpleri vardır. Onlar öfkelerini yutan, insanları bağışlayan, cahilce kendilerine saldıranlara güzel sözlerle mukabele edenlerdir.

Tatlı dilli, güler yüzlü

“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl Sûresi 16/125)

İslam davetçisi muhatabının tüm şüphelerini gidermeli, kesin delillerle onu ikna etmeli ve bunu son derece tatlı ve güzel bir üslûpla gerçekleştirmelidir. Nitekim Hz. Mûsa ve Hz. Hârûn, Firavuna gittiklerinde onunla yumuşak, tatlı bir dille konuşmaları emredilmiştir: “Firavuna gidin, çünkü o, gerçekten de sınırı aştı. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Tâhâ Sûresi 43-44)

Kendisini en büyük rab olarak ilan eden zalim Firavuna bile tatlı bir dille hitap edilmesi emredilmişken, babası Âzer’in öfke dolu, kaba sözlerine Hz. İbrâhim’in ‘babacığım’ diye başlayan sevgi dolu ifadeleri, Hz. Lokmân’ın nasihatlerine ‘oğulcuğum’ diyerek başlaması önümüzdeyken dini temsil eden kimselerin kaba saba tavırları, nezaket ve zarafetten uzak, zevksiz ifadeleri anlaşılır gibi değildir. Oysa ki Rabbimiz müminlere sözün en güzelini söylemelerini emretmiştir. (bk. İsrâ Sûresi 17/53)

Bugün karşımızda Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi inatçı zalimlerden çok dinimiz hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmayan geniş bir kitle bulunmaktadır. Bu insanlara sözlerin en güzeli olan Allah’ın kitabını, yolların en doğrusu olan Efendimizin yolunu sevgi dolu tatlı bir dille anlatmak İslam davetçisinin en temel görevidir. Dinimize karşı mesafeli ve soğuk duran, dinden ve dindardan rahatsız olan belli bir kesimin bu durumundan söylemlerine dikkat etmeyen, itici ve kaba bir tavır takınarak insanları kendilerinden uzaklaştıran bir kısım din adamının sorumlu olduğunu maalesef kabul etmek zorundayız. (Devam edecek)

Etiketler :
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum