Sıcağı sıcağına insanlık!
Yazı için bilgisayar başına geçtiğimde hep iyi şeylerden, farkına varılmayan güzelliklerden bahsetmek isterim, fakat bütün kötülükler el birliği etmişçesine peşimi bırakmaz, “hadi şimdi güzel şeylerden bahset de göreyim!” der gibi benimle alay eder!
Ordu’da, 20 yaşında, Ceren isimli bir Güzel Sanatlar öğrencisi, evinin önünde öldürülüyor, katiliyse sabıkası kabarık bir insanlık düşmanı çıkıyordu! Üstelik yakalanırken bir polisi de bıçakla yaralıyordu.
Böyle bir cinayet neredeyse kimseleri şaşırtmazken bir başka cinayetin davasında karar okunuyordu. Bir buçuk yıl önce Ankara’da lüks bir plazanın 20. katından şüpheli şekilde düşerek hayatını kaybeden üniversite öğrencisi Şule Çet’in bir katili müebbet üstüne 12 yıl, diğeriyse 18 yıl hapis cezası alıyordu. Cinayet suçunun içinde alıkoyma ve tecavüz de vardı.
* * *
Çocukluğumda “Sıcağı Sıcağına” diye bir TV programı vardı. O zamanlar TV’ler için akıllı işaretler icat edilmediği için şiddet ve kan içeren görüntülerden ötürü sunucular “Lütfen çocuklarınızı ekran başından uzak tutun!” diyerek sorumluluğunu yerine getirir, çocuklarsa buna aldırış etmeden bütün vahşeti nefesini tutarak izlerdi.
Bu program Show TV’de yayınlanır, sunuculuğunu, kendine has ses tonuyla korku filmi seslendirmelerinde de çok başarılı olabilecek sanatçımız Cem Kurdoğlu, muhabirliği de Haluk Bilginer yapardı.
Gazetelerin 3. sayfalarına düşen olayların peşine gidilir, izleyiciye o gece uyku haram edilirdi! Şimdi Müge Anlı’nın “Tatlı Sert”i bunun yanında hacı kalır diyeyim de dehşeti siz kıyaslayın! Ülke seyircisi, “Sıcağı Sıcağına” vesilesiyle toplumsal yapımızın TV sektöründeki “reality show” kavramına ne kadar güzel hizmet ettiğini anlamıştı böylece!
90’lı yılların başında Flash TV’nin başlattığı “Gerçek Kesit” hizmetiyse necip TV seyircilerimizce hâlâ unutulmamıştır!
* * *
Olmuyor değil mi? Surat astıran, can sıkan haberleri ne yapsak unutamıyor, onlar yokmuş gibi davranamıyoruz! Bense bunca dünya rezaleti karşısında şaşırmaz, yeryüzünde bulunan insanın bir ödül değil aslında bir ceza gereği bulunduğunu epeydir düşünür dururum.
Öyle ya! Doğuyor, yaşıyor, belli bir yaştan sonraysa gelişimi tersine dönüyor insanın. Bu süreç içinde en yakınlarını toprağa indirişi, Hakk’a uğurlayışıysa kaçınılmaz gerçeklerden oluyor. Bir ödülün sonucu olabilir miydi bunca hengâme?
Zihninizi karıştırdım mı? Yok, her şey yolunda! Dünyadayız ve ölümün olduğu bu dünyada hadsiz zulüm de var. İşte bu cinayetler de bunun delili!
HAZIR MISINIZ?
Nazım’ın “Kış gelmek üzere oysaki gönül / Kışa girmeye hazır değil” mısralarını daha sık hatırladığımız günlerdeyiz.
Gönlünüz kışa hazır mı, değil mi, bilmiyorum ama gönle hiç bakmayan bir şeyin mutlaka kışa hazır olması gerekiyor: Cebin!
Soğukların iyice kendini belli etmesiyle doğalgaz, kömür ve elektrik masrafları bütçeleri tüketmek için el birliğiyle işe başladılar. Ne gönlün ne de cebin kışa hazır olup olmamasıysa umurlarında bile değil!
Baharı görecek miyiz, bilmiyoruz ama gönüllerin ve ceplerin yara almadan kışı sağlıkla yaşamanız dileğiyle.
* * *
Artık günümüzü çiçeklendirmekte daha da zorlanıyoruz biliyorum. Hayatının baharındaki Ceren’in katilinin çabuk yakalanmasına sevinip güvenlik teşkilatımızın güçlü yapısıyla mutlu olup bir teselli mi bulmalıyız mesela?
Bu yaz pek çok orman yangını çıkmış, buna mukabil Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kampanyasıyla milyonlarca fidan toprakla buluşmuştu. Ne o yangınlar olaydı ne de bu genç fidanlar ömrünün baharında kırılaydı! İnsan avcılarının Allah belasını versin!
Didem Madak’tan bir şiirle:
“Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
…
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.”
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.