Murtaza isimli bir okurum, mayilime gönderdiği mesajda merak ettiği bazı mevzuların aydınlatılmasını talep etmiş. ‘Daha ikinci yazında ne ara okur sahibi oldun?’ dediğinizi duyar gibiyim. Neyse çok da umrumda değil.
Gelelim Murtaza kardeşimin maruzatına… Şöyle diyor; “Sevgili Behcet Abi… Kafama takılan milyonlarca mevzu arasında bir tanesi var ki, bir türlü içinden çıkamadım. Abi, çarşıda her yanı camlı bir bina var ya… Bu binanın başında da ‘Reis’ duruyor. Lakin 5 senede bi değişen bu reisler, o camlı binaya ilk girdiklerinde sırım gibi delikanlı iken, daha 1 sene geçmeden koltuklara sığmaz hale geliyorlar. Misal; eski Reis ‘Baba Tahir’, 60 kilo olarak girdiği camlı binadan, 5 sene sonra kanatlı kapıları açtırarak çıkmış diyolar. Doğrumudur bilmem, lakin o ‘reis koltuğu’nda bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Abi, senin çevren geniştir, camlı binada tanıdıkların vardır. Söylesen de o koltuğun bir numara küçüğünü koysalar. Hiç olmazsa yeni gelen reisler, ‘koltuk dar, sığamazsak ayıp olur’ diye belki diyet yaparlar. Ne de olsa reisin sağlığı, memleketin sağlığı, değil mi abim…”
Sevgili Murtaza, ‘bilmemek ayıp değil, ayıp olan bilmediğini gizlememektir…’ Cahilliğine vererek sorunu sövmeden cevaplamaya çalışayım. Evvela camlı binaya gelen her reis, kendi koltuğunu getirir. Reisin koltuğa sığmaması gibi bir durum mevzubahis olmaz. Daha da olmadı, ikili koltuklar var. Reis ne kadar yerse yesin, o koltuk hiç dar gelmez. Reis genişledikçe, koltuk da genişler. Ne deyim, Allah müstehakını versin, memleketin o kadar sıkıntısı varken ‘reisin koltuğuna’ mı taktın?
***
“ONUN VİRÜSÜNE KURBAN OLURUM”
‘Hayrettin’ isimli bir diğer sevgili okurum da şöyle bir mevzuya takılmış (Allah ıslah etsin); “Gurban olduğumunun Behcet Abisi… Yoğun gündemin arasında seni meşgul etmek istemezdim, ancak kafamdaki deli sorulara akıllı bir cevap bulamadığımdan sana yazmaya karar verdim. ‘Yazmak’ derken de yanlış anlaşılmasın, abimsin… Güzel abim, şimdi bu korona illeti, ellediğimiz her yerden bulaşıyomuş ya… E biz de ellemeyi seven milletiz, akşama kadar mıncıklamadığımız yer kalmıyor. Geçenlerde bir berber abimiz, dükkandaki gazeteleri ‘virüs bulaşır’ diye yasakladıkları için kaldırdığını söyleyince ‘ne alaka la’ deyip isyanın eşiğine geldim. La abim, bu gazete dediğin zımbırtı kağıt değil mi? Yani kağıttan virüs bulaşıyorsa, o zaman paradan da bulaşır. Kimse çıkıp ‘para yasak’ diyemiyor da, güçleri gazeteye mi yetiyor? Dedim ya aklıma deli sorular geliyor; la yoksa bunlar ‘gazeteden virüs bulaşır’ bahanesiyle ‘kimse gazete okumasın’ diye ayak yapıyor olmasın. Valla olur mu olur. Engin tecrübelerinle benim gibi ‘cahilleri’ aydınlatırsan memnun olurum abim…”
Yalan yok, aynen böyle yazmış Hayrettin… Öncelikle kardeşim sen olayı çok yanlış anlamışsın. Gazetede, öyle televizyondaki gibi, facedeki gibi yalan yanlış olmaz. Gazeteden bulaşan virüs, senin sandığın gibi korona, morona değildir. Gazete okuyan adam, memlekette ne olup bittiğini öğrenir, öyle her şeye inanmaz. O kağıdın kokusunu alan adam, kolay kolay yalana dolana kanmaz. E böyle olunca da kimse kandıramaz. İşte en tehlikeli virüs budur. Ayrıca ‘para da kağıt değil mi, ondan da virüs bulaşır’ demişsin ya. Bebelere ekmek götürecem diye o kağıt parçası için mâbadını yırtan garibana bi sor bakalım; “onun virüsüne kurban olurum” demiyo mu…
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.