Bilindiği gibi dinimizin iki temel kaynağından birisi Allah Kelâmı olan Kurân-ı Kerîm, ikincisi ise Peygamber aleyhissalât ü vesselâm Efendimizin söz ve fiilleri olan sünnetidir.
Her ikisinin de asıl kaynağı ise VAHİYdir.
Vahyin gizli konuşma, emretme, ilham etme, fısıldama, seslenme gibi anlamları vardır. Yüce Allahın vasıtasız olarak ya da değişik vasıtalarla emir ve yasaklarını peygamberlerine (a.s.) bildirmesi anlamında Kurânî bir terimdir. Vahiy bazen rüya ve benzeri yollarla, bazen de ve çoğu zaman Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Peygamber aleyhisselâma gönderilen ilâhî mesajlar, bilgiler ve sırlardır. O kadar ki, bu sırlara bazen vahiy meleği Cibrîl-i EmÎn (a.s.) bile vakıf olamazdı.
Rasûlullahın beslendiği manevi kaynak sadece ve sadece vahiydi. O (a.s.) kendi kafasından ve hevesinden bir şey söylemiyordu. Necm suresinin 3 ve 4. ayetlerinde bu durumu Cenab-ı Hakk, açık seçik bize bildiriyor. Şöyle ki:
Ve ma yentiku anil hevâ, in hüve illâ VAHYUN yuhâ.
O kendi hevâ ve hevesinden (kendi aklından, kendiliğinden) konuşmaz, o(söyledikleri) sadece vahyolunmakta olan bir VAHİYdir.
Sadece Kuran ayetleri değil, Allah Rasûlünün söz ve fiileri de vahiy iledir. Yani ilâhî talim (öğretim) ve terbiye (eğitim) her zaman yürürlükte olmuştur. Zaten kendileri de bizzat Beni Rabbim terbiye etti/eğitti, ne güzel terbiye etti buyurmuyorlar mı?
Peygamber aleyhisselâm elbette bizim gibi bir insandır/beşerdir, ancak peygamber olması hasebiyle vahiy alması, Onu bizden farklı ve üstün kılmakta, Onu bize önder ve örnek yapmaktadır. Evet O (a.s.m.) bir beşerdir, ama sıradan bir beşer değildir.
(Rasûlüm) De ki, ben de sizin gibi bir beşerim/insanım, ancak bana vahyolunuyor
(Kehf Suresi, 110)
Sonuç itibari ile, Kurân-ı Kerîm Peygamber Efendimize inmiştir, Onu en iyi anlayan, yaşayan ve anlatan da Odur (a.s.m.). Kurân-ı Kerîm Peygamber aleyhisselâm tarafından açıklanıp yaşanmasaydı, biz Onu tam manasıyla anlayıp emir ve yasaklarını yerine getiremezdik. Peygamber mirasçısı olan gerçek alimler de devraldıkları ilim mirasını yüzyıllar boyu muhafaza ederek bizlere aktarmışlar, İslamiyeti doğru anlama ve yaşama noktasında en büyük yardımcımız ve önderimiz olmuşlardır. Allah (C.C.) cümlesinden razı olsun.
Şimdi durum böyle iken bazı aklı evveller çıkmış, Kuranda her şey var, bize Kuran yeter; hadise, sünnete, ilim adamına lüzum yok türünden cahilce bazı sözler söylüyorlar, daha doğrusu zırvalıyorlar. Onlara sormak lâzım, siz Kurânı, Kuran kendisine indirilen, kalbinde ve bütün varlığında sindirilen, insanlığın iftihar tablosu, beşeriyetin en ekmeli ve Muallim-i Hakikisi, ahlâkı Kuran olan, benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız diyen, Rabbimizin alemlere Rahmet olarak gönderdiği Hz. Rasûlullah aleyhissalât ü vesselâmdan daha mı iyi anlıyor ve yaşıyorsunuz ki böyle sözleri söylemeye cüret edebiliyorsunuz?
Abdestin nasıl alınacağını, namazın vakitlerine göre nasıl kaç rekat kılınacağını, Kâbenin nasıl tavaf edileceğini ayrıntıları ile Kuranda bulabilir misiniz? Bu konularda Kuran bize kısa ve öz bilgiler verir, yapmamız gerekeni emreder; ama bu ibadetlerin nasıl yapılacağını Peygamber Efendimiz bizlere ayrıntılarıyla yaparak ve yaşayarak ve yaşatarak göstermiş ve öğretmiştir. İhtilafa ve çıkmaza düştüğümüzde, hem Kurana, hem de Onun(a.s.m) sünnetine ve sözlerine bakarak problemlerimizi çözebiliriz.
Ben de onlara diyorum ki, evet Kuranda her şey var diyorsunuz, doğrudur, o zaman Kuran bu konuda ne diyor, bundan haberiniz var mı? Yukarıda zikredilen ayetlere ilâveten daha bir çok ayet-i kerimelerde Cenab-ı Allah bize Habîb-i Ekremine(a.s.v.) uymamızı ve Ona tâbi olmamızı istiyor ve emrediyor. İşte bunlardan bazıları:
Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. (Haşir 7)
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Sonra bir şey hakkında çekiştiniz mi, hemen onu Allah’a ve Rasûlüne arz ediniz; eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız… Bu müracaat, hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. (Nisa59)
De ki; `Eğer Allahı seviyorsanız bana uyunuz (Peygambere uyun) ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Hiç kuşkusuz Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (Âl-i İmran 31)
Görüldüğü gibi Kurân-ı Kerîmde Allaha itaatle birlikte, Peygamberine de itaat birlikte zikrediliyor. Kelime-i Tevhidi söylerken, sadece Lâilâhe illallah demiyoruz, MuhammedenRasûlullahı da sonuna mutlaka ekliyerek birlikte söylüyoruz. Çünkü Rabbimizi bize en doğru şekilde anlatan ve tanıtan Rasûlullah Efendimizdir. Aynı şekilde Cenab-ı Hakkın bizlerden ne istediğini, nasıl kulluk yapmamız gerektiğini, Kurânı nasıl anlamamız ve yaşamamız gerektiğini en doğru ve en güzel şekilde Onun ELÇİSİ olan Hz. Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizden öğrenip uygulayabiliriz.
Rasûlullah Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdular. Size iki şey bırakıyorum, bunları izlediğiniz sürece sapmazsınız: Kurânı Kerîm ve Ehl-i Beytim. Buna benzer bir hadiste ehl-i beytim yerine SÜNNETİM ifadesi geçmektedir. Peygamber Efendimizin (a.s.) hane halkı olan ehl-i beyt (özellikle Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin r.a.-) ve o soydan gelenler Kurânı ve sünneti en iyi anlayıp yaşayarak yüzyıllar boyunca emaneti koruyarak günümüze kadar getirmişler ve bu kutsal icra ve ifa görevini halen de devam ettirmektedirler. Efendimiz aleyhisselâm, Kuranla birlikte ehl-i beytini, bir başka rivayette Itre (torunlar, soyundan gelenler)sini bizlere emanet bırakırken, onların adeta YAŞAYAN SÜNNET olmalarına da dikkat çekmişlerdir.
Konuyu özetleyecek olursak; DİN Allahın peygamberleri vasıtasıyla vazettiği, kurduğu bir sistemdir ve her zaman Peygamberin (a.s.v.) rehberliğine ve örnekliğine ihtiyaç vardır.
Andolsun ki, sizden Allâha ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allâhı çok zikreden (mümin)ler için Rasûlullâhta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek)vardır. (el-Ahzâb, 21)
NOT: Geçen haftaki yazımdaki tecrî kelimesi sehven tercî- olarak yazılmıştır. Doğrusu tecrîdir.
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.