Geçen haftaki yazımı şu şekilde tamamlamıştım:
İnsanın Yaratıcısına karşı görev ve sorumlulukları var, insanın insana karşı görev ve sorumlulukları var, insanın kendisine karşı görev ve sorumlulukları var, insanın çevresine karşı; hayvana, bitkiye, suya, toprağa, göğe karşı görev ve sorumlulukları var. Evet abartmıyorum
Sen kendini basit bir varlık mı sanırsın; Bütün âlem sende dürülmüştür.
İnsanın görev ve sorumluluk alanlarını iç içe geçmiş dairelerle sembolize ederek belirleyecek olursak, insan bu mütedahil dairelerin tam merkezinde yer alır. Bu demektir ki insan her şeyden ve herkesten önce kendisinden sorumludur. İnsanın sorumluluğu da şüphesiz ki kendisine verilen/bahşedilen değerle doğru orantılıdır. Basit bir varlık değil insanoğlu; bütün âlemlerden numûneler var kendisinde. Hem mülk(madde), hem de melekût(manâ) alemine ait nice nice örneklerle örülmüş insanoğlu, tam kıvamında. Bazen meleklerle yarışıyor, hatta geçiyor, bazen de Allah(C.C.) korusun tökezleyip düşüyor aşağıların aşağısına. İnsanın boşuna yaratılmadığına ve başıboş bırakılmadığına/bırakılmayacağına dair o kadar çok ayet ve hadisler var ki; bunlardan bir kaçını yazımı tamamlarken yine yazacağım inşallah. Ayet, hadis ve kelâm-ı kibar denilen büyüklerimize ait sözleri en sonda yazıyorum ki; hem benim kırık dökük ifadelerime dayanak teşkil etsin, hem de yazılarım bu kutsal ifadelerle değer kazansın, hatta şereflensin diye. Şair ne güzel söylemiş:
Ve mâ medahtü Muhammeden bi makâletî,
Velâkin medahtü mekâletî bi Muhammedin (sav)
Yani, zannetmeyin ki ben güzel söz söyleyerek Muhammedi(as) övüyorum, aksine benim sözlerim Muhammed(as) ile (Onun ismi sözlerimin içinde olduğu için) güzellik kazanıyor.
Peygamber Efendimizin(as) şairi Hassan bin Sabit(ra) böyle derse bize ne demek düşer, artık siz düşünün.
İnsanın kendisine (nefsine) karşı olan görev ve sorumlulukları Rabbine karşı görev ve sorumlulukları ile paraleldir diyebiliriz. Çünkü Yaratıcısına karşı âsî olanlar Kuran-ı Kerimde çoğu yerde nefsine zulmedenler olarak adlandırılır. Yani insanın Cenab-ı Hakkın binbir hikmetlerle dolu emir ve yasaklarına karşı gelmesi, kendisine de haksızlık yapması, zulmetmesidir aynı zamanda. Çünkü böyle yapması hem insanın yaratılış amacına aykırıdır, hem de bunun karşılığında ceza görecektir, hem dünyada hem ukbada. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür. (Zilzâl,7)
Cenab-ı Hakk bir başka ayet-i kerîmede şöyle uyarıyor bizleri: “İnsanların kendi elleriyle işledikleri (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı (düzen ve denge bozuldu). Belki dönerler diye, Allâh onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor.” (Rûm,41) Görüldüğü gibi yeryüzündeki bozulmalar, çevre kirliliği, ekolojik dengenin bozulması, GDOlu bitkiler, zaralı kimyasallar, NBŞ dediğimiz nişasta bazlı zaralı şekerler, diğer kanserejonlar, zulümler.. hepsi de insanın bizzat kendi eliyle yaptığı ya da sebep olduğu olumsuzluklar değil mi?.. Ayete göre tüm bunlara sebep insanların yapıp ettikleridir.
İnsan gerek fert gerekse toplum hayatında Kurânın emir ve yasaklarına uymak zorunda olduğu kadar, fıtrat denilen yaratılış kanunlarına da uygun hareket etmelidir ki, yaratılış itibari ile mükemmel olan denge ve düzen bozulmasın. Böyle davranması hem Yaratıcıyı hoşnut edecek, hem de kişinin dünya ve ahiret mutluluğuna vesile olacaktır.
İNSAN BOZULMADIKÇA, ÂLEMİN NİZÂMI BOZULMAZ. M. Feyzi Efendi
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.