‘Kitaba dokunmak, koklamak gerek’
...
İsmailbey Külliyesi El Sanatları Çarşısı’nda 17 yıldır sahaflık yapan Nadide Oğuz:
‘Kitaba dokunmak, koklamak gerek’
KASTAMONU’da açılan ilk sahaf dükkânlarından olan ‘Sahaf Nadide’ isimli işyerinin sahibi Nadide Oğuz, sahaf olmasının yanında aynı zamanda emekli bir el sanatları öğretmeni. İsmailbey Külliyesi El Sanatları Çarşısı’ndaki dükkânını 17 yıldır işlettiğini belirten Oğuz, özellikle öğrencileri tarih kokan dükkânına beklediğini aktardı. “KIZIM DA ANNE MESLEĞİNİ DEVAM ETTİRİYOR” Kastamonu’da 15 yıl Halk Eğitim’de el sanatları öğretmenliği yaptığını belirten Nadide Oğuz; “1958 yılında Erzurum Aşkale’de doğdum. Köken olarak Bayburt, ancak babamın mesleği sebebiyle Aşkale’de doğdum. Ben 4 yaşındayken Ankara’ya geldik ve Ankara’da büyüdüm. Eşim de emekli öğretmen. Kendisiyle Ankara’da tanıştık ve daha sonra da 1976 yılında evlendik. Eşim Kastamonulu olduğu için buraya geldik ve Kastamonu gelini oldum. 2 çocuğum var, oğlum İstanbul’da elektrik mühendisi, kızım burada anne işini devam ettiriyor. Kendisi Halk Eğitim Merkezi’nde kurs öğretmeni. Eşim öğretmen olduğu için Adana, Maraş sürekli gezdik. En son Kastamonu’ya gelip yerleştik” dedi. “SEVİYORDUM HALK EĞİTİM’DEKİ İŞİ, AMA BAKTIM Kİ GELECEĞİ YOK…” Oğuz, mesleğe başlama hikayesini şu şekilde anlattı; “Halk Eğitim’de öğretmen olmak için Kız Meslek Lisesini bitirmek gerekiyordu ve ben lise terktim. Önce Kız Meslek Lisesi’ni bitirdim. Ondan sonra sınavlara girdim ve üniversiteyi kazandım. Yüksek Hemşirelik Bölümünü kazanmıştım ama eşim gidip gelmeme razı olmadığı için Açıköğretimde Ev Ekonomisi Bölümü bitirdim. Çocuklar olduğundan zorlanacağım için razı olmadı, ben de açıktan bitirdim. Hemşirelik bölümüne belki gitmeyi isteyebilirdim ama o dönem çocuklar da olduğu için çok da üzerinde düşünmedim. Zaten fırsatım da çok olmuyordu. O zamanlarda triko çok revaçtaydı. Halk Eğitim Merkezi’nde triko öğretmenliğine başladım. 15 yıl el sanatları öğretmenliği yaptım Halk Eğitim Merkezi’nde. Köylere gittim, çalıştım. Vali yardımcımız vardı Kadri Öner, o çok yardımcı olmuştu. Olukbaşı’nda Endüstri Meslek’in altında el sanatları yeri vardı. Orada 5 yıl çalıştım, sonrasında köylere gittim. Seviyordum Halk Eğitim’deki işi, ama baktım ki geleceği yok, ne kadro gelecek ne başka bir şey. Eşimin dayısı sahaftı, eşim de sever böyle eski kitapları. O böyle bir dükkân açmayı düşündü ve bu İsmailbey Külliyesi’nin de o ara restorasyondan çıktığını, kiraya verildiğini söylediler. Geldik dükkânı beğendik ve bu şekilde burada başladık 17 yıldır devam ediyoruz.” “BU İŞ BİZE YENİ, ÇOK GÜZEL İNSANLARLA TANIŞMA FIRSATI DA KAZANDIRIYOR” Eskiye nazaran kitap satışlarının oldukça düştüğünü ifade eden Nadide Oğuz; “Çok sanatçılar geldi buraya. O zamanlarda buradaki kitapların 4’te biri yoktu ama öyle güzel satışımız vardı ki. Kitap revaçtaydı. Ancak kitap ne yazık ki şimdi satılmıyor, eskiye nazaran çok daha az satışımız var, alan yok. Bir de şimdi internet var ya, millet aradığını bulmaya çalışıyor, fotokopilerden faydalanıyorlar. Biraz da hayat pahalı, herkes kitap alamıyor, bütçe ayıramıyor. Öğrencilerin çoğu kafeleri çok seviyor, oralarda daha çok eğleniyorlar, demek ki kitaplar fuzuli görülüyor. Ama bir sınıfın içinden bir-iki tane de olsa ilgili öğrenciler çıkabiliyor. Öğretmenlerden bir kaç kişi var mesela, severek gelip bizden kitap seçip alan. Öğrenciler gelirse onlarla sohbet ediyoruz. Tabi bu iş bize yeni, çok güzel insanlarla tanışma fırsatı da kazandırıyor. Profesörler geliyor bize teşekkür ediyorlar, böyle bir yeri açtığımız, ayakta tuttuğumuz için, doktorlar geliyorlar teşekkür ediyorlar. İlgi alanı olan kişiler zaten hemen görüp geliyor. Milletvekilleri, bakanlar da geldi, herkesle güzel iletişimimiz oluyor. Hele o zamanlar eşim emekli olmadan önce, eşimle beraber sabah çıkar buraya gelirdim, sabahın erken saatlerinde gelenler oluyordu. Teşekkür ediyorlardı. Hocalardan 3-4 kişi var mesela, gelip ziyaret edip ne kitap gelmiş diye soruyorlar. Hele bir hocamız var; kendisi şimdi Endüstri Meslek Lisesi’nde müdür yardımcısı. Kendisi bir derya. O kadar güzel okuyor ki. Takip ediyor, geziyor. Hazerbey’den geldi mesela birkaç öğretmen ‘ne güzelmiş, biz burayı görmemiştik’ dediler. Eski ders kitaplarına baktılar aldılar, bu bizi mutlu etti. Yani para kazanmak değil mesele, inanların ilgi alanlarının olması da bizi çok memnun ediyor. Numan Kurtulmuş da geldi buraya. Onun dedesinin ismi de Numan Kurtulmuş. Dedesinin yazdığı ıslak imzalı ‘Amentü Şerhi’ diye bir kitabı vardı. O kitabı hediye ettik kendisine. Resimlerimiz var hatta” diye konuştu. “OSMANLICA KİTAPLARI KUR’AN ZANNEDİP YAKIYORLAR” “Sahaflık güzel bir şey” diyen Oğuz, şöyle devam etti; “Pek çok kitabın atılması, yakılması bizi üzüyor. Burayı açtığımızda kime gitsek ‘bizde bir kutu kitap vardı, yaktık’ diyorlardı. Özellikle Osmanlıca kitapları Kur’an-ı Kerim zannediyorlar, günah olmasın diye yakıyorlar. Hâlbuki ders kitapları. Yazılarından dolayı herkes böyle zannediyor. (elindeki kitabı göstererek) Burhan Cahit’in ‘Ayten’ romanı mesela bu kitap. Kur’an falan değil, bunlar eski yazıyla yazılmış romanlar. Biz çok üzülüyoruz. Atılmasın,yakılmasın, gün ışığına çıksın diye çabalıyoruz. Bakarsın ki iyi bir kitap çıkar, geleceğe ışık tutar. Sadece kitaplar yok, eski şeyler de mevcut, anahtarlar, radyolar, para koleksiyonları, eski avizeler, her türlü eski şey var burada. Alıp satmaya da başladık.” “OSMANLICAYI NE YAPIP EDİP ÖĞRENDİM” Sahaf dükkânında Osmanlıca yazıların olduğunu, eski yazıları okumayı öğrenmesi gerektiğini düşünen Nadide Oğuz, çabalarıyla bunu başardığını şu şekilde anlattı; “Burayı açtığımız zamanlarda Osmanlıca dersler falan verilmiyordu. 17 yıl öncesinde böyle Osmanlıca öğrenme yaygınlığı yoktu, bilinmiyordu. Şimdilerde Halk Eğitim kursları açıyor. ‘Benim bu Osmanlıca’yı öğrenmem lazım’ dedim. Kendi kendime hiç Arap alfabesini bilmediğim halde çabaladım, uğraştım. Günde 1-2 saat boşluklarımı bunu öğrenmek için değerlendirdim. Okudum, öğrendim. Buraya bir öğretmenimiz geliyordu, Önder Hoca. Kastamonu Eğitim Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniydi. Dedim ki kendisine; ‘Hocam, ben Osmanlıca okuyorum, ama istediğim nitelikte değil. Derslerinize katılabilir miyim?’ Üniversitede gidip Osmanlıca derslerine girmeye başladım. Bu yaklaşık 2 ay sürdü ve etkisi oldu. Sonrasında Belediye Halk Eğitim’de kurs açtı. O kursa gittim ve istediğim düzeyde okumayı başardım. Ancak devam etmek çok önemli bu işte. Çünkü okumayı bırakınca ister istemez unutuluyor. Mesela düz Osmanlıca yazılarını gayet rahat okuyabiliyorum, ancak Rika denilen el yazılarını okumak ara verince zorlaşabiliyor. Okursanız devamlı daha da gelişir ancak bırakırsanız körelir. Ben bir dönem rahatsızlık geçirdim. Ara verdiğim için o okuyabildiğim el yazılarında zorlanıyorum. Günlük çabalamak gerekiyor.” “EMEKLİ OLMASAK BU İŞ AYAKTA DURMAZDI” İşlerin nasıl olduğu ve satışlarla ilgili bilgi veren Sahaf Nadide Oğuz; “Artık eşim emekli oldu. Ben de rahatsız olduğum için bazen o duruyor, bazen ben duruyorum, bazen her ikimiz de duruyoruz dükkanda. Öyle götürmeye çalışıyoruz. Sahaflığı seviyoruz, sevmesek zaten beklenecek bir iş değil. Ancak şöyle bir durum da var; bizler emekli olmasak bu işi yapamazdık. Mümkün değil bu işi ayakta tutamazdık. Çünkü sabahtan akşama kadar oturun, bu aydan Mart ayına kadar günde 5-10 kişi bile girmez bu dükkâna. Çünkü çok uzakta bir yer. Çarşıya yakın değil, tercih edilen bir yer değil. Biraz da turizm işinden kaynaklı bu durum. Artık gelen tur sayısı yok denecek kadar azaldı. Onun da etkisiyle tabi gelen giden de çok az oluyor. Emekli olduğumuz için en azından kiramızı ödeyebiliyoruz, iş olsa da olmasa da biz bu işi görev gibi biliyoruz” dedi. “İNSANLAR KİTAPLARI HİSSETMELİ” İnternet üzerinden kitap okunmasını bir sahaf gözüyle değerlendiren Oğuz; “Herkesin kendi tercihi buna diyebileceğimiz bir şey yok, ama eline kitabı alıp kokusunu koklamak, dokunmak bunlar önemli şeyler. Şimdi bir kişi geliyor içeri girer girmez ‘buranın kokusu nasıl güzel’ diyor. Kitabı alıp seviyor, kokluyor ‘Özellikle okunmuş kitap almak istiyorum’ diyenler oluyor. Ben bunu biraz da şuna benzetiyorum; bir rüzgâra dokunuyorsunuz elle tutamıyorsunuz ya, kitap da bence öyle. Mutlaka hissetmemiz gerekiyor. Her insanın bir kitaplığının olması gerek. Öğrenciler bol bol okusunlar. Üniversiteden öğrencileri bekliyoruz buralara. Gelip eski kitapları görsünler, dokunsunlar, hissetsinler” dedi. (Nihan Kıran)Kaynak:
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.