İlklerin fotoğrafçısı: Koray Demirci;

İlklerin fotoğrafçısı: Koray Demirci

...

İlklerin fotoğrafçısı: Koray Demirci   Kastamonu’da 3 kuşaktır fotoğrafçılık yapan, Kastamonu’nun en eski fotoğrafçısının oğlu Foto Stil’in sahibi Koray Demirci, 8 yaşından beri yaptığı fotoğrafçılık mesleğini ve yaşadıklarını paylaştı. Mesleğini siyah beyaz olan döneminden beri babası tarafından ondan öğrendikleri ve üzerinde kattıklarıyla geliştiren Koray Demirci, mesleğin bugün için tükenen mesleklerin içinde 3’ncü sırada olduğunu belirtti. Kastamonu’ya fotoğrafçılık alanında bir çok ilki yaşayan Demirci, belki de neslinin son fotoğrafçısı olacak; ama çektiği anılar, duvarlarda her zaman yerini alacak. “KASTAMONU’DA TOPLASAN KARAKALEM RÖTUŞUNU BİLEN 3-4 KİŞİYİ GEÇMEZDİ” 8 yaşında babasının yanında başlayan usta fotoğrafçı Koray Demirci, işe babasının dükkâna kaçarak hobi olarak yardım etmesiyle başladığını belirterek;  “3-5 lira harçlık verirdi babam, ilk siyah beyaz dönemdi, sonradan 80’li yıllarda geçtik renkliye. Karakalem rötuşu vardır, dünyanın en zor tekniği diyebilirim. Kara kalem rötuşu dediğiz olay; 05 kalem ucunu zımparaya sürerek o kadar ince bir şey yaparsın ki ucunu normal bir gözlük takmadan görme şansın yok. Kalem o kadar hassas dokunacaksın ki, göz kenarları gözaltları burun akıntısı ve dudak akıntısı deriz. Mesleki bir terim oraları kesersin. Kesersin derken kasıt sadece kalemin ucunu değdireceksin. Hatta bu tekniği öğrenirken nasıl yapıldığını görmek için burun buruna çalışırdık. Bir filtremiz var. Yuvarlak bir göz düşünün, buzlu cam var. Babam oradan bakıyor ve kalemle rötuşluyor. Nefesim kokmasın diye dişlerimi fırçalar babamın yanına öyle gelirdim. Sırf onu öğrenebilmek için. 2 binli yıllara kadar bu şekilde devam ettik. Kastamonu’da 2 binli yıllarda rötuş yapan bir tane Devrekânili arkadaşım vardı. Bir ben vardım. Bir de başka bir arkadaşımız vardı. Bir de babamın çırağı vardı. Yani toplasan Kastamonu’da rötuş yapan 3-4 kişiyi geçmezdi. Kastamonu’daki fotoğrafların yüzde 80’inin rötuşunu ben yapıyordum’’ dedi.  “TELEFONLAR ÇIKTI MESLEĞİN ADI KALMADI” Fotoğrafçılığa meraktan ziyade baba mesleği olmasından dolayı mecburiyetten başladığını belirten Demirci,  şu ifadelere yer verdi;“Benim hiçbir hayalim olmadı. O zamanlarda fotoğrafçılığın bir saygınlığı vardı. Babamın da dediği gibi ne zamanki dijitaller çıktı saygı kalmadı. Telefonlar çıktı mesleğin hiç adı kalmadı. Şuan dünyada Amerikalı bir şirket araştırmış, yok olma sırasında üçüncü sıradayız. Sadece fotoğraf çekiyorlar. Mesela şurada bir ev var insanlar gelip bu evin altında fotoğraf çekiniyor. Çekilen fotoğrafların yüzde 99’u hatalı. Mesela benim en sevmediğim şeydir, insanlar seyahate çıkarlar evleri çekerler. Diyelim ki Pamukkale’ye gittiniz travertenlerin fotoğrafını çeker. İnternete grip baktığınızda o fotoğrafların her açsıdan çekilmiş fotoğraflar mevcut. Pamukkale yaz, istemediğin kadar önüne fotoğraf gelir. Ama senle ilgili bir anısı var mı? Yok.” ‘’ESKİDEN, İNSANLAR KENDİNİ İYİ HİSSEDİP GELİRLERDİ’’ Eskiden meslekte saygı olduğunu belirten Demirci, mesleğe verilen saygının bittiğini vurgulayarak şunları dile getirdi; “Mesela bizim meslek ikiye ayrılır kameramanlık ve fotoğrafçılık. Mesela şöyle bir düşünce vardı, müşterilerde kendini iyi hissetme hali vardı. Kadınlar kendilerini o gün güzel hissediyor erkekler kendini yakışıklı hissediyor. Gidip bir fotoğrafçıya o anı ölümsüzleştirmek isterlerdi. Meslekte saygı bitti. Ben 3 sene önce düğün salonu işletmeciliğini bıraktım. Şuan iddia ederim, Kastamonu’da benim çektiğim fotoğrafı kimse çekemez. Bu mesleğin değeri 10 yıl sonra anlaşılır. İlk önce gereksiz bir para gibi görünür. Ama 10 yıl sonra o an neden yok keşke olsaydı olur. Babam 70 yaşında; 16 yaşındayken nişanlanmış annemle İstanbul’dan gelirken bir kare renkli film getirmiş. O zamanın parasıyla 50 lira verdim diyor ama o verdiği para abartısız 5-10 bin tane fotoğraf vardır evde. Mesela o verdiği paranın karşılığı bizim aile albümümüzde saklıdır.” ‘’HABERSİZ ÇEKİM YAPMAYI SEVİYORUM’’ En çok habersiz çekim yapmayı sevdiğini bu şekilde duygunun ve ifadenin en doğal şekilde yakalandığını belirten Demirci; “Çekimlerimde hiçbir zaman gereksiz olmadığı müddetçe haber vermezdim. Düğün salonunda çekim yaparken şunu söylüyorum; Gelen gelmiştir gelmeyen gelmemiştir. O sizi ilgilendirmez. Doğru ışık ve doğru zaman önemlidir. Habersiz çektiğim fotoğraf her zaman en güzeldir.  Kastamonu’daki ilk dış çekim olayını başlattım, 1999 da kayınbiraderimin düğün fotoğraflarını çektim. Belki Türkiye’de ilk dış çekimi ben yaptım. Eskiden gelin damat fotoğrafları hep stüdyolarda çekilirdi. 20 yıl önce ilk gelin damadımı dışarıda dış çekim yaptım. 2008, 2009’dan sonra insanlar biraz daha dış çekime önem verir hale geldi. Ben gelin damadımı mümkün olduğu kadar kalabalık ortamlarda çekmemeye çalışıyorum. Kimsenin olmadığı yerlerde fotoğraf çekiyorduk’’ ifadelerine yer verdi. “FOTOĞRAFÇI HEM İYİ FOTOĞRAF ÇEKEBİLMELİ HEM DE İYİ POSTA KOYABİLMELİ” Kastamonu’ya pek çok yeniliği kendisinin getirdiğini belirten fotoğrafçı Koray Demirci; şöyle devam etti;  “Benim meslektaşım; ‘Koray sen Kastamonu’nun en eski fotoğrafçısının oğlusun. Sana küfür ederler’ dedi. ‘Neden abi’ dedim işte gelin damadı dışarlarda gezdirdiğim içinmiş. O kendisi doğal bir stüdyo yaptırdığını ve benim de o şekilde yapmamı söyledi. Ben de ‘Benim müşterim dışarıyı istiyor’ dedim. Aradan yıllar geçti bir gün dükkânına çay içmeye gittim. Dükkânda oturuyoruz. İçeri bir arkadaş geldi dedi ki;  ‘Abi bizim çekimleri kim yapacak?’ dedi. ‘Oğlum abini bekletme hadi git çekiver’ dedi. Ben de sordum nereye gittiklerini bana dış çekime gittiklerini söyledi. Dedim ‘Abi bana yıllar önce diyordun bana olmaz sana küfrederler diye ne oldu şimdi?’O da bana ‘Bunlar hep senin başının altından çıkıyor zaten ne yapıyorsan özendiriyorsun millet senin yaptığını istiyor’ dedi. Pek çok şeyi Kastamonu’ya biz getirdik. Mixer’i de Kastamonu’ya biz getirdik.  Ana kumanda masası da deniliyor. 4 tane kamerayı bağlıyorsun mekânda farklı açılardan video çekiyorsun. Bunu da biz getirdik. İnternetten merak ettiğim için. Bir gecede Mersin’den merak edip gittik aldık. Ayhan abim çocukluk arkadaşım 24 saat direksiyon salladı. Hiç uyumadı. Mesleki heyecan ve sevgiden kaynaklı. Cimicip kullanmak benim egomdu, o egomu tatmin ettim. Mesela düğün salonuna perde fikri benden çıktı. Gelin damat önlerinde oynarken perdeye bakıp teyzenin ‘Aa perde de kız gelinle damat!’ dediklerini bizzat duydum. Dünyada en büyük zevkti bunu duymak. 70’e 200 lensi Kastamonu’ya ilk getiren bendim. 6 bin lira para verdim ama hem kaliteli fotoğraf vermek hem de postayı koyabilmekti benim amacım. Fotoğrafçı hem iyi fotoğraf çekebilmeli hem de iyi posta koyabilmeli. Biz cimicipi getirdik 15 gün sonra Kastamonu’ya. 3 tane daha sipariş daha geldi. Koray 70’e 200 lens aldı diye herkes aldı.” “FOTOĞRAFÇI UNUTULUYOR, ESKİDEN MUHTAR, KÖTÜN GİRİŞİNDE KARŞILARDI” Mesleğin kötü duruma düştüğü yeri ve yitirdiği saygıyı da üzülerek dile getiren Demirci; “ Beni en çok sevindiren iyi ki sen bizim fotoğraflarımızı çekmişsin abi diyenlerin sayısını anlatamam. Ben üçüncü kuşağını çekiyorum. Vatandaşın sünnet düğününü yapmışım, düğününü yapmışım, oğlunun sünnetini yapmışım, şimdi yalvarıyor oğlumun düğününü de yap diye. Mevlit olayı vardır hepimiz biliriz. Oralarda fotoğrafçı unutulur. Düşün, camidesin ortadasın; herkes seni görüyor ama unutulan kişi oluyorsun, ne şeker getiriliyor ne karnın aç mı diye sormazlar. Ama mesela 90’lı yıllarda köye giderdik. Muhtar karşılardı bizi kapıda. Fotoğrafçı kameraman geliyor diye. Davulcu veya müzisyen ne yapıyor çalı p gidiyor onlar biz fotoğrafçıların çok üstüne çıkıyor. Arabayla alır,  seni bırakır seni oturursun bir köşeye müzisyenler gelirler, onları bir köşeye çekerler yemek ikram ederler,  çay kahve her şey veririler sen orda köyün delisi gibi beklersin.”   “HAFTALIK POTANSİYELİM 400’DÜ, 3 GÜNDE 1290 KİŞİ ÇEKTİM” Bundan 3 yıl önce taşeron işçileri kamuya aldıkları için herkesten fotoğraf istediklerini ve bunun için fotoğrafçılarla bir araya gelerek fiyatta değişiklik yapmayarak beraber kazanalım şeklinde anlaştıklarını aktaran Demirci olayı şu sözlerle aktardı; “Bundan 1 hafta önce fotoğrafçılarla toplaştık herkesten fotoğraf isteyecekler. Fiyatlarda oynama yapmayalım kazanalım. Cadde üzerindeki arkadaşlarımız bu pastanın yüzde 60’ını yiyorlar. Yüzde 60’ı 4 fotoğrafçı paylaşır yüzde 40’ı da 10 fotoğrafçı paylaşır. Bir gün iki gün üç gün gelen giden yok. Stajyerim vardı gönderdim bir bak bakalım nedir durumlar diye. Gitti bizim stajyer, tanıyor da benim yanımda çalıştığını da senin ne vardı evladım diye soruyor. Stajyerimiz de ben de taşeron işçiyim diyor o fotoğrafçıya. Sana da 17 buçuk diyor normalde 20’ydi fiyat, fiyat değişikliği yapmayalım demiştik. Çocuk tıraş olayım diye ayrılmış dükkândan geldi söyledi burada 17 buçuğa yapıyorlar diye. Çok sinirlendik. Bu fotoğrafçılar derneğini de kuran benim babam, hemen bir dilekçe yazdık istifa ettim. Dilekçeyi de falanca fotoğrafçıya bırak dedim. Reklam yaptık vesikalık 1 lira yaz dedim. 3 gün reklam bastık. Benim o hafta çekeceğim reklam sayısı 400’dü, ben kendi potansiyelimi biliyorum. 3 günde bin 290 kişiye vesikalık çekmişim. Bizim meslekte kendini geliştirme yoktur. Kim ne kadar ileri atlamış geri çekeyim düşüncesi vardı. Dediler ki 1 liraya nasıl kazanıyorsun Hakkâri’den Edirne’den İstanbul’dan aradılar. Ticari zekânızı çalıştırın meslektaşınızın ekmeği peşinde koşmayın kendi ekmeğiniz peşinde koşarsanız kazanırsınız dedim. Size söz 10 gün sonra söyleyeceğim dedim. Hakkâri’deki çocuk yeniden aradı. 100 vesikalıktan 2 milyar para kazandım dedim. Kota koydum vesikalık 1 TL ama 20 tane kotamız var dedim.” (Nihan Kıran)  

Kaynak:

İlgili Konular :
İlgili Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum