Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allahın adıyla.
Hiçbir şey yoktur ki Allahı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi 44)
Okunan ve yazılan Risale-i Nur harfleri adedince Allahın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Size Üç Noktayı beyan etmeye kalpte bir ihtiyaç oldu.
Birincisi: Bir hâdisede hem insan eli, hem kader müdahalesi olduğundan, insan, zâhirî sebebe bakıp, bazen haksız hükmedip zulmeder. Kader, o musibetin gizli sebebine baktığı için adalet eder diye, Risale-i Nurda bir esas bir kaidedir.
Hem, şimdiye kadar Risale-i Nurun başına gelen hâdiselerde bir inayet eli, bir rahmet yönü bulunduğu tecrübelerle sabittir.
Bu iki cihette kalpten bir sual çıktı. Acaba Nur hakkındaki bu yeni İstanbul hâdisesinde adalet ve rahmet yönü nedir?
Hatıra böyle bir cevap geldi ki:
Risale-i Nura, ehl-i ilim ve ehl-i dikkati ciddiyetle bakmaya ve tetkik etmeye sevk etti. Elbette Risale-i Nuru tetkik eden bir âlim, insafı varsa taraftar olur. Ve Risale-i Nur, ulema dairesinde ve İstanbul âfâkında tezahür edecek. İşte rahmet ve inâyet yönü.
Amma, kader-i ilâhinin adalet yönü şudur ki:
Risale-i Nurun hakikatıyla ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîsiyle tezahür eden fevkalâde imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını biçare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avâmın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nispeten ancak onuncu derecede bulunan İslamî siyaset ve ümmetin sosyal hayatına dair hizmeti, kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan iman hakikatlerinin çalışmasına üstün gördüklerinden, o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsn-ü zanları ehl-i siyasete, inkılâpçı bir siyaset-i İslâmiye fikrini vermek cihetinde, Risale-i Nura karşı sosyal hayat noktasında cephe almak ve fütuhatına mâni olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hatâ, hem zarar büyüktür.
Kader-i İlâhî, bu yanlışı tashih etmek ve o ihtimali izale etmek ve öyle ümit besleyenlerin ümitlerini tâdil etmek için, en ziyade öyle cihetlerde yardım ve iltihaka koşacak olan ulemadan ve sâdâttan ve meşayihten ve ahbaptan ve hemşehriden birisini muarız çıkardı, o ifratı tâdil edip adalet etti. Size, kâinatın en büyük meselesi olan iman hizmeti yeter diye, bizi merhametkârâne o hâdiseye mahkûm eyledi. Sonra, lillâhilhamd, o muarızı susturdu, o ateşi söndürdü. Fakat münafıklar söndürmemek için çalışıyorlar.
İkinci nokta: Bu dehşetli ihtikârdan (vurgunculuk) çıkan kıtlık ve pahalılık ve açlık, ve zaruret, yaşamak damarını şiddetiyle yaralandırıyor. Bu yara, hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalâlete yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlıyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşünüp hayata, yaşamaya, yardıma koşup hakiki vazifesini ikinci derecede bırakır. Buna karşı Risale-i Nurun şakirtleri bir uzun Ramazan nazarıyla bakıp, günahların kefaretine ve bir şerî riyazete çevirebilirler. Alenen orucu bozmakla Ramazanın hürmetini kıran bedbahtlara gelen o musibet, mâsumları da incitir. Fakat Risale-i Nur şakirtleri ve mâsumları, o musibeti lehlerine döndürüp, hayırlı bir riyazete kalb ederler, kanaat ve iktisatla karşılarlar.
Said Nursi
***
Mektup biraz uzunca olduğundan kalan kısmı diğer yazımızda yayımlayacağız. Üstadın burada bahsettiği İstanbul hadisesi ise İstanbulda bulunan meşhur bir hocanın Üstada karşı şiddetli tenkit ve hücumudur. Görüldüğü üzere her dönemde buna benzer hücumlar bu hizmet-i imaniye ve Kuraniyeye farklı kesimler tarafından yapıla gelmiştir. İşte Üstad hazretleri de karşılaşılan böyle durumlarda hizmet insanlarının bu tenkit ve hücumları nasıl anlayıp yorumlamaları gerektiğini anlatmaktadır.
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.