Eski eşyaların dilinden anlayan adam
Eski eşyaların dilinden anlayan adam
Yarım asırlık antikacı Şehabettin Özatay
KASTAMONU’nun en eski antikacılarından biri olan 69 yaşındaki Şehabettin Özatay, ‘Osmanlı Nostalji’ isimli işyerinde geçmişi yaşatma gayretiyle çalışmalarını sürdürüyor. Hayat hikâyesini, mesleğiyle ilgili inceliklerini ve anılarını Doğrusöz okurlarıyla paylaşan Özatay, eski eşyalara olan ilgisiyle 7-8 yaşlarında biriktirmeye başladığını belirtti.
Duayen antikacı Özatay, Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlerde kendisi gibi antika eşya satan esnaflarla alışveriş yaptığını belirterek, bu işi herkesin yapamayacağını, şimdiki imitasyonlarla da antikacılığa yeni merak salanların başa çıkamayacağını dile getirdi.
“7-8 YAŞLARINDA BAŞLADIM BİRİKTİRMEYE”
1950 doğumlu olan Şahabettin Özatay, ortaokulu bitirdikten sonra babasının yanında bakkal dükkânında çalıştığını belirterek konuşmasına şöyle devam etti; “Eski eşyalar ilgimi çekerdi. 7-8 yaşından beri eski eşya biriktiriyorum. Bu içten gelen bir şey, bu işe merakla başladım. Misafirliğe gittiğimiz zaman akrabalardan, komşulardan eski eşyaları dikkatimi çektiğinde onlara; ‘Aa, ne kadar güzel bir şeymiş’ derim. Onlar da bana ‘Ne yapacaksın bunları? Bunlar eski bir şey ama buyurun alın, sizin olsun’ derlerdi. Öyle öyle hep hediyeyle biriktirdim. Benim için çok kıymetli tabi. İnsanların bilmedikleri şeyler aslında önemli şeyler ama değer vermiyorlar. Böyle böyle biriktirdim. Yaklaşık 19 yaşında para ile almaya başladım. Babamın bakkal dükkânı vardı. Ben de bakkal dükkânına bakardım, kendime orada küçük bir köşe yaptım. Orada görenler ‘Bundan bende de var, buna benzer bir eşyam var’ derlerdi, ben de ‘getir alırım’ derdim. Tabi ben böyle şeylere para verince babam çok kızardı. ‘Sen bunlara neden para veriyorsun? Ben çöpte bulsam almam bunları’ derdi bana. Daha sonra askere gidip geldim, yine parayla eski eşya almaya devam ettim.”
“BABAM ‘SAT DA GÖRELİM’ DEDİ”
İlk işyerini açma hikayesini de anlatan Özatay; “Babam böyle parayla almama çok kızardı bir gün ‘Madem bunlar kıymetli, öyleyse sat da görelim’ dedi. 25 yaşındaydım o zaman. Ben de bavula biraz eşya koydum, bir de arkadaşım vardı yanımda günübirlik İstanbul Kapalı Çarşı’ya gittik satmaya. Aşağı-yukarı götürdüğüm eşyanın yüzde 75’ini sattım. Bir gün orada kalsam hepsini satacaktım. Babam ondan sonra daha da sesini çıkaramadı. Ben ondan sonra da dükkân açtım devamlı satmaya başladım. Dükkânımı 30 yaşındayken bir market açtım babamdan ayrı bir dükkândı. Orada yine sergiliyordum bu eski eşyaları. Yaklaşık 5-6 sene sürdü bu dükkân, Ankara’ya gittim ondan sonra. Ankara’dan geldikten sonra yine bir dükkân açtım ama o dükkân şimdiki dükkân değildi. Daha evvel Kefeli Yokuşunun oradaydım. Orada komşuda yangın çıktı bina hasar gördü. Belediye de oturulmaz raporu verdi. Mecburen buraya geldim. Yaklaşık 5 senedir buradayım” dedi.
Babasının eski eşyaları parayla almasına kızması üzerine yaşadığı bir anısını anlatan Özatay; “O zamanları 15-16 yaşındaydım bakkal dükkânımız var. O arada kaçamak olarak parayla alıyorum ama babam farkında değil. İki sefer yakaladı suratını asardı bir şey söylemezdi. Arada laf çarpardı ‘bunlara para erip alıyorsun bunlar para eden şeyler değil’ falan. Ben ‘baba öyle değil, bunlar kıymetli şeyler’ deyip öyle götürüyordum. O sırada Samsun’dan bir esnaf geliyor. Pillow saatler deriz kıymetli saatlerdir, kaplumbağa kabuğundan yapılmış bu saatin boş kabı için bana ‘kaç para bu Şahabettin Bey?’ diye sordu. Babam da orada. Babam şöyle döndü bana hayretle baktı. Bunun üzerine ‘Yahu şu babana bir ders ver’ dedi. Ve ben 20 lira istedim o zamanlarda çok para. Babam bir kez daha baktı ve alaylı bir ifadeyle güldü ‘şuna 20 lira istiyorsun’ diye. Adam beni ciddiye aldı ‘çok para istediniz’ deyince babam daha da bir hayret etti. ‘10 lira vereyim’ dedi. 10 liraya da 20 liraya da vermem de babamın o hareketleri benim onu vermeme zorladı. ‘Tamam, veririm’ dedi adam, onu aldı teşekkür etti. Babam kulaklarına kadar kıpkırmızı oldu. Ben sadece babama bir kere baktım ‘bak baba gördün mü’ falan demedim. Babam tabi göz yummaya başladı. Daha sonra bu işler devam etmediği için satmadığım için beni tekrar satmaya zorladı. Belki Allah tarafındandı ama her taraf doldu. Artık koyacak yerim kalmadı. Bir odam vardı zaten yatağımın altına kadar dolu. Dolaplar dolu her taraf dolu. Annem pek karışmazdı bana babam da karışmazdı biriktirmeme ama babam sadece parayla almama kızıyordu. Ama doldurduğumu görüyor bunlar parayla aldığımı da biliyordu, ses çıkarmıyordu” dedi.
“ANKARA’YA APTALLIĞIMDAN GİTTİM”
Yaklaşık 40 yaşlarında antikaya daha fazla değer verilir düşüncesiyle Ankara’ya gittiğini belirten Şehabettin Özatay; “Ankara’ya gittim, ama tamamen aptallığımdan gittim. Ankara büyükşehir ya, antikayı orada çok iyi anlarlar, orada çok iyi satarım diye düşündüm. 15 sene boşu boşuna orada bekledim. 15 sene sonra tekrar geldim Kastamonu’ya. Antalya’yı tercih etmiştim oraya gidecektim aslında. Orasını daha uygun görüyordum. Ancak annem, kardeşim Ankara’daydı. Biraz da yakındı Ankara. O bakımdan Ankara’yı tercih ettim. Ankara’da Kastamonu’nun kıymetini öğrendim. Çünkü mal, Kastamonu’dan geliyor Ankara’ya. Aklım başıma geldi. Tekrar bu tarafa geldim. Elhamdülillah iyiyiz burada. Benim gittiğimde burada ilgilenen yoktu, çok azdı. Tek tük esnaflar geliyordu.Zaten genelde malı esnafa veriyorum. Meraklısı çok yok. Esnaf benden alıp satıyor. Burada basamağım, malın toplayıcısıyım. Malı topluyorum İstanbul, Ankara, İzmir yurt dışından gelenlere veriyorum” dedi.
“MÜŞTERİM BEĞENDİĞİNDE ALSIN DİYE İNDİRİM YAPIYORUM”
Antikacılık mesleğini herkesin yapamayacağını vurgulayan Özatay; “Mesela böyle koleksiyon yapmayanlar, sadece merakı olanlar ama satın almayanlar bana dua ediyor ‘Sen bunları koruyorsun, muhafaza ediyorsun’ diye. Almıyor ama hoşuna da gidiyor, hoşnut oluyor. Giriyor ‘Aa burası müze gibi’ diyor. Doğru da. Hakikaten de bizler muhafaza ediyoruz. Daha iyi muhafaza edenlere de satıyoruz. Herhangi bir dükkâna girdiğimiz zaman bir şey almak istediğiniz de esnaf sizin onu beğenip almak istediğinizi bilir. Hal hareketinizden, o mala bakışınızdan bilir. Ben müşteri bir şeye bakıp beğendiği zaman gereken indirimi yaparım alsın diye. Ama bazı arkadaşlarımız beğendi diye uçuveriyor. O zaman ne oluyor? Para sorun değil diyor alıyor ama üzülüyor, üzülerek alıyor. Ben bunu hissediyorum. Bir de bunun yanı sıra müşteri beğendi, onun beğendiğini biliyorum. İndirim yapacağım ben ona. Ama kusur arıyor. İşte şurası şöyle burası böyle diye ona da indirim yapmıyorum. Bizim ticari hayatımız böyle” diye konuştu.
“150 LİRALIK SAATE 2 DAİRE PARASI İSTEDİ”
Eski eşyalarla konuştuğunu, kaç yıllık olduğunu anladığını herkeste bunun olmadığını, olmadığı için de yapmayacağını belirten 50 yıllık antikacı Özatay; “Malı satılıncaya kadar sever ve onu muhafaza ederim. Elimdeki malı satıldıktan sonra unutuyorum. Bir özlemini çekmiyorum üzüntü duymuyorum. Çünkü o gidiyor onun yerine başka bir şey geliyor. Devir daim oluyor. Benden alıyorlar internette satıyorlar. Ben internette satmıyorum, ilgilenmiyorum da. İnternette çünkü bilgili bilgisiz kafadan atmasyon rakamlar veriyorlar. Mesela bir kadın müşterim geldi elinde köstekli bir saat. Normalde benim 150-200 civarında sattığım bir saat. ‘Şimdi ne istiyorsunuz?’ dedim. ‘Biz bilmiyoruz siz bu işi yapıyorsunuz, siz söyleyin’ dedi. ‘İşin aslını sorarsanız iki sene önce bu saate 2 daire verdiler’ dedi. Bugünün parasıyla 150 lira olan bir saate 2 sene önce 2 daire vermişler. Bunları kapıdan giresiye fark ederim. Tabi ben de o zaman hanımefendiye ‘Benim, içimden bir daire vermek geçtiydi ama siz şimdi 2 daire verdiler deyince vermem ayıp olur’ dedim, kıpkırmızı oldu. Ben ona ders verdim bu kadar atmasyon olmaz. Bana deseydi ki 500 verdiler, bin verdiler diye o, kendi kafasındaki rakam oymuş diyeceğim. Ama 2 daire çok saçma. Sahte çok var. Eskinin imitasyonu var. Ama bunu yeni merak salanlar anlamaz. Yeni başlayanlar bilmiyor, alıyor eski fiyatına onları eski fiyatı dediğimizde yüzde 1 fiyatı. 100 lira değeri olan bir şeyi 10 liraya alıyor. Daha sonra bilen arkadaşları, yakını o işe meraklı olan çevresi ‘ya bu taklit’ diyor. Öyle öyle kazık yemelerden dolayı merakı geçenler çok fazla ve bırakıyorlar koleksiyon yapma işini, hevesleri kaçıyor. Bunları ben çok gördüm. Onun için işi bilmek ve ondan anlamak lazım” dedi.
“EŞYALARLA KONUŞURUM”
Eski eşyaların dilinden anladığını aktaran, 8 yaşından beri antikaya merakı olan Özatay, şöyle konuştu; “Ben eski eşyaların dilinden anlarım. Kaç senesine ait olduğunu anlarım. Yeniyi de eskiyi de bilirim. Şimdi o kadar benzetiyorlar ki teknoloji çok ilerledi. Hele bundan 30 yıl önce yapılmış bir şeyi düşünün ben onu yine bilirim. Ama bu işe yeni başlamış birinin onu bilmesi mümkün değil. Biraz da elden ele dolaşıyor. El aşınması deriz. El aşınması oluşuyor üründe o zaman iyice çıkmaza giriyor iş. Ama işte konuşma sanatı orada geçerli. Hemen mesela bu yeni piyasaya sunulmuş bir-iki sene geçmiş arasından onu hemen bilebiliyorsunuz. Arasından 20-30 sene geçtikten sonra bunu bilebilmek çok zor. Ona da bir nevi eskitme diyorlar. Eskitme genelde ahşap üzerinde olur yine eskitme de olsa benim gözümden kaçmaz” şeklinde konuştu. (Nihan Kıran)