‘Hayat okulu felsefe bölümünde okudum ve hala okuyorum’

MESLEK HİKAYELERİ 4’üncü kuşaktan ayakkabı ustası Niyazi Conkar ‘Hayat okulu felsefe bölümünde okudum ve hala okuyorum’ KASTAMONU’da 4 kuşaktır ayakkabı imalatı ve tamiratı yaptıklarını söyleyen 63 yaşındaki emektar ayakkabı ustası Niyazi Conkar, hayatını ve mesleğiyle ilgili yaşadıklarını anlattı. Kültürlü bir aileden geldiğini belirten Conkar; “Hayat okulu felsefe bölümünde okudum ve hala okuyorum” diyerek hayatın ders çıkarılabilecek bir okul olduğunu hatırlattı. “HOCAM ‘NİYAZİ, TİCARETTE İYİ OLUR’ DEDİ, BEN DE ÖYLE YAPTIM” ‘Foracı’ isimli işyerinde 20 yıldır hizmet veren Niyazi Conkar, mesleğe başlama hikayesini ve ilk yıllarını şöyle anlattı; “1956 doğumluyum. Kütüğüm Atabey Gazi mahallesinde çıkıyor ama biz Hisarardı’nda oturuyoruz. Endüstri Meslek lisesinde okudum. O zaman sağ sol olayları hat safhadaydı. Babam okumazsan okuma dedi. Ben de sanat okulunu bıraktım. Gerekli görmedim. Hocalara bakardım maddi sıkıntı içindeydi. Bir müdür vardı akrabaydı devamlı dedemden para isterdi, maaş yetmediği için. ‘Okusam ne olacak’ derdim. Sanat okulundaki hoca da geldi. Niyazi’nin atölye iyi, dersleri önemsemiyor. Harcamalarından bakıyorum benim maaşımdan daha fazla para harcıyor. Bu da durumunun çok çok iyi olduğunu gösteriyor. Ticarette başarılı olur’ dedi. Ben de öyle yaptım sanata ağırlık verdim. Okul bittikten sonra dükkâna geldim. Eskiden dedemin dükkânı vardı Belediye caddesindeydi. Dedemin işçileri, kalfaları zaten vardı. Babam, İstanbul’a gitti. İstanbul’da atölye açtı. İstanbul Gedikpaşa’da atölyesi vardı. 67 yılında buraya geldik. Daha sonra amcam ‘Gel Kastamonu’da yapalım bu işi’ dedikten sonra buraya geldi. Babam da bir daha İstanbul’a dönmedi. Dükkânın ismine gelince. Kastamonu’da bütün kazalarının ayakkabılarını biz dikerdik. Başka yerde fora makinesi yoktu dikmesini bilen de yoktu. ‘Ayakkabıyı foracıya götür, foracıdan getir’ derlerdi. Ben de mesleğimle ilgili bir isim yazmak istedim. Dükkânın isminin foracı olmasının nedeni budur. Burası benim dördüncü dükkânım. 20 senedir bu dükkân burada.” “BABAM BENİ ARAŞTIRMACI KİŞİLİĞE YÖNLENDİRİRDİ” 4 kuşaktır ayakkabı imalatı ve tamiri yaptığını, babasının da dedesinin yanında yetiştiğini ama işi onlardan öğrenmediğini belirten Conkar; “Babam ayakkabı imalatçısıydı, ayakkabının profesörüydü. Ayakkabının her bölümünü bilirdi. Kafasından model çıkarır, model tasarlar, ayağına yapar... Tabi ondan baka baka biz de istediğimiz modeli çıkartır, ayağımıza yapar hale geldik. Bu işi onlardan öğrenmedim. Onlara bakarak öğrendim. Babam ayakkabının profesörüydü. Babama ir şey sorduğum zaman söylemezdi öğretmezdi. Gözün görüyor kafan da çalışıyor. Bulursun kendin derdi. Ben de düşüne düşüne yapardım. O bana söylemiyordu ya bir gün makineyi bozmuş. ‘Bak şu makineye, neresi bozulmuş?’ dedi. Bilemedi mi bilmemek mi istedi onu bilmiyorum ama o makinenin arızasını ben yaptım. Babam beni araştırmacı kişiliğe yönlendirdi” ifadelerine yer verdi. “5 NİSAN KARARLARI YÜZÜNDEN PROJEMİ GERİ ÇEKMEK ZORUNDA KALDIM” Askerden geldikten sonra babasıyla ticari konularda uyuşmazlık ve anlaşmazlık yaşadığını aktaran Conkar; “90’lı yıllarda kendi projelerimi kendim çizmeye karar verdim. Deri fabrikası kurmaya kalktım Kastamonu’ya. Babam ‘Nasıl yapacaksın? Kastamonu’da dericiler var, onlar yapmıyor da sen mi yapacaksın?Ç ok mu akıllısın sen?’ dedi. Ben yapacağıma inandım. Babamlardan ayrıldım. Babamlardan ayrılınca kiraya çıktım. Deriyi tabakladım. Tabakladığım deriyle takım elbise diktim. Kastamonu’ya bu işi bildiğimi ispat etmek istedim. Devlet Planlama’ya fizibilite raporu gönderdim. Projem 75 kişi kapasiteliydi. 250 milyar para istedim. Devlet Planlama Teşkilatı 250 milyarı az gördü ‘Bu projeye 300 milyar çıkar’ dedi. Ondan sonra 1994 yılında 5 Nisan kararları çıktı. 5 Nisan kararı çıkınca, Türkiye’de ekonomik deprem oldu. Birçok sanayici battı. Deri projesini geri çekmek zorunda kaldım. Benden sonra kardeşimle babam da deri tabaklamaya kalktı. Ancak onlar 14 milyar borca girdiler” diye konuştu. “ÖNCE YAPTIĞINIZ İŞİ İYİ BİLECEKSİNİZ” Ayakkabının en ince detaylarına kadar bildiğinden ayakkabı yüksek mühendisi olduğunu, Kastamonu’da yapamadıkları ayakkabıyı ‘Merdivenin altına götür, o yapar’ dediklerini, kimsenin yapamadığı tamiri yaptığını belirten usta ayakkabı imalatçısı Niyazi Conkar; “Çünkü biz imalatçıyız. Senelerce sıfırdan ayakkabı yaptık. İstanbul’dan ayakkabı çok gelmeye başlayınca model çeşidi çoğaldı, fiyatlara uyum sağlayamadık, bizim yaptığımız imalatlar pahalı oldu, o yüzden tamire dönmek zorunda kaldık. Şimdi emekliyiz. Burada vakit geçiriyoruz. Ben işimde zorluk hiç yaşamadım çünkü işimi çok iyi biliyorum. Severek yapıyorum. Sevmediğimiz bir işte başarı sağlamamız mümkün değil zaten. Yaptığınız işi önce iyi bileceksiniz, onu da severek, doğru düzgün, hilesiz, hurdasız yapacaksınız. Tabakladığım derinin üzerine takım elbise diktim. Kastamonu da birçok kişi sen nereyi dolandıracaksın gözüyle bakmaya başlamışlardı. Ben onu gördüm. Ben de tabakladığım derinin üzerine takım elbise diktim. Gece mavisi bir ceket dikecektim. Normalde deri ceket olarak gece mavisi rengi yoktu. Düşündükten sonra da kestim, hazırladım, bir dikmesi vardı. Televizyonda gördüm sonra benim düşündüğümü modacılar da düşünmüş. Gece mavisi deriden ceket diktiler. Sanatçıların üzerinde gördüm. Düşünebildiğiniz zaman bir yere ulaşabilirsiniz. Düşündüğünüzü hayata endeksleyebileceksiniz. Onu uygulamaya koyabileceksiniz. Başarıyı o zaman yakalarsınız. Ben başardım ama 94 krizi ban engel oldu. Tabakladığım deriyle üzerime elbise diktikten sonra ‘Sen bu işi biliyormuşsun’ dediler. Organize Sanayi’den yer istedim. Ama vermediler. Beni doğa canavarı yaptılar. Kastamonu’yu mahvedermişim. Sonuçta Organize Sanayi. Alt yapısı var, üst yapısı var, kanalizasyonu var, arıtma tesisi var. Burada mesele ne? Kastamonu’ya bir sanayi kurulmasın, istihdam oluşmasın. Bir kaç zenginin oynadığı oyun. Ben deriyi tabakladıktan sonra deri fabrikası kabul etmedi. Olmaz dedi. Yaptığım işi kafaları almadı. Onlar fabrikada alışmışlar. İşledikleri makineler var, her şey var. Ama ben bilgiyle yapıyorum. Oğlu oturuyormuş fabrikada. Oğlu makine mühendisiymiş, 4 yıl daha okumuş deri mühendisi olmuş. Oğluna sordu: ‘Olur mu oğlum?’ dedi. Oğlu: ‘Baba, beyefendi sana ne yapacağını söylemiyor. Yapmış, birinci sınıf deriyi tabaklamış, üzerine de takım elbise dikmiş. Sen hala neden olmaz diyorsun, ben onu anlamıyorum’ dedi. 60-70 yaşlarındaydı o adam. O deriyi hep fabrika da işlemiş hep, ben köyde yapardım.  Bana; ‘Sen derinin profesörüsün’ dedi. ‘Senin yaptığın yere geleyim ben en bu deriyi çıkartmam mümkün değil. Sendeki tecrübe ve bilgi bende yok’ dedi. Standart bir işi yapmak önemli değildir. Olmayan şeyi başarabilmek önemlidir. Başarı oradadır. Ve ona da azim gerekir, kararlılık gerekir, bilgi gerekir” şeklinde konuştu. “NE PAHASINA OLURSA OLSUN O İŞİ BAŞARMALILAR” Hayalleri olan, hedefleri olan gençlere de tavsiyelerde bulunan Conkar; “Hayalleri olan gençler, gerçekleştirmek istedikleri bir hedefleri varsa yapacakları işin ilk önce fizibilitesini hazırlasınlar. Onun eksisi nedir, artısı nedir, ben bu işte ne kadar başarılı olabilirim, yeterli kaynağa, yeterli bilgiye sahip miyim? Bunun hepsini masaya koysunlar. Değerlendirmesini yapsınlar.Evet, ben bu işi biliyorum, bunu başarabilirim dedikten sonra dağılmasınlar. Devam etmeli, geri adım atmadan yürümeliler. Ne pahasına olursa olsun o işi başarmalılar” dedi. “KIZIMLA BERABER TİYATRODA OYNADIM” Babasının o dönem kendisine inanmadığını ve manevi anlamda destek olmadığını belirten Conkar, ailenin göstereceği manevi desteğin çok önemli olduğunu vurguladı. Kendisinin 3 kızı olduğunu ve hayatta 4 kere büyüdüğünü belirten Niyazi Usta, kızıyla beraber tiyatroda oynadığını söyleyerek, şunları kaydetti; “Benim 3 tane kızım var. Ben de 3 kere onlarla beraber büyüdüm. Bir de kendim büyüdüm. Tam 4 kere büyüdüm. Büyük kızım müteşebbistir. Her yere girip çıkmak ister, başarmak ister. Lise de ‘Baba tiyatroya gidebilir miyim?’ dedi.‘Girebilirsin’ dedim. Gittim onunla beraber tiyatroda oynadım. Oradaki çocuklar memnun kalmışlar. ‘Niyazi amca sen farklı bir insansın. Bizim avukatın babası yok avukata baba olur musun?’ dedi. ‘Olurum oğlum. Benden iyi baba mı olur?’ dedim. Gittik kültür müdürlüğünde oynadık. Oyun sonunda oyuncuları tanıtırlar ya.‘Aa, bizim ayakkabıcıymış’ dediler.” “ŞİMDİLERDE NE ANLAYIŞ, NE İNCELİK, NE DE ZATAFET KALDI” TGRT’nin teklifi üzerine Sepetçioğlu filminde Sepetçioğlu’nun babasının tuz ekmek dostu olduğunu, tuz ekmek dostluğunun menfaat gözetmeden yapılan dostluk olduğunu belirten Conkar; “Benim iki tane tuz ekmek dostum vardır. Şimdilerde ne yazık ki böyle bir meziyet yok, ailelerde bu kültür kalmadı. Kimin kimden menfaati varsa o ona yaklaşıyor. Cebinde para yoksa hiç yaklaşmıyor. İnsanlarda ne anlayış kaldı, ne incelik, ne de zarafet” dedi. Konuyla ilgili bir anısını da paylaşan Niyazi Conkar şunları söyledi; “Çocukluğumdan beri tanıdığım bir amca dükkânıma gelerek eski ayakkabıları alıp almadığımı sordu. Ben de ‘Evet amca alıyoruz’ dedim. Bir hafta önce de 2 çuval ayakkabı atmıştım. Burada biriken gelmeyen ayakkabıları atıyoruz. Eczacı bir arkadaşımız vardı burada. Ben ayakkabıları atarken görmüştü. Amca geldiğinde eczacı arkadaşımız da buradaydı. Amca gidince bana sordu. ‘Geçen hafta 2 çuval ayakkabı attın. Amcanın ayakkabılarını neden almak istedin?’ dedi. ‘Sen, o bölümü okumamışsın. Senin ne yaptığımı anlaman için 2-3 kere daha o üniversiteyi okuman lazım’ dedim. ‘Ne yaptınız, anlatın bana’ dedi. Ben de başladım anlatmaya. ‘Adam şimdiye kadar para kazandı ama şimdi gücü takati kalmamış. Bir geliri yok. Tahminimce çocuğu da bakmıyor. Adam kibarca benden para istedi. Ben de onurunu, gururunu kırmadan, ona maddi destekte bulundum. O ayakkabıyı atacağımı o adamda biliyor zaten. Söylemesi ayıp şimdiki parayla bir 300 lira verdim. ‘Evlat, fazla değil mi?’ dedi. Ben ‘Hayır amca. Biz bunları yapıyoruz, boyuyoruz, satıyoruz’ dedim. Öyle olmadığını biliyor. İşin içinde zarafet var. Felsefe var. ‘Kahveyi ben ikram etsem olur mu?’ dedi. ‘Siz benim misafirimsiniz. Kahveyi ben ikram edeyim, başka zaman siz ikram edersiniz’ dedim. Oturduk kahve içtik. ‘Amca çoluk çocuk var mı?’ dedim. ‘Var evlat’ dedi. Ankara da bakanlıkta müdürmüş. ‘Hal hatır sorar mı?’ dedim. ‘Sorar. Aldığı daireyi, aldığı arabayı söyler’ dedi. Babanın evinde para olmadığını biliyor. Baba paran var mı diye sormuyor sormadığı gibi öyle çekip gidiyor. Adama evde mağdur, aç. Eskiden adliyeden çağırıyorlarmış Osmanlıca Farsça yazılar geldiği zaman onu tercüme etmesi için. Oradan para kazanırmış. Takım elbise giyinmeyle ne yazık ki adam olunmuyor. Bunları bana kendisi anlattı. Onuruna gururuna dokunmadan kibarca durumu araştırmaya çalıştım, o da uygun bir dille anlattı.” “EĞİTİM AİLEDE BAŞLAR, AİLEDE EKSİK OLAN EĞİTİM NE OLURSA OLSUN BOŞTUR” Geçenlerde dükkânında bir müşterisinin olduğunu ve paldır küldür merdivenlerden birinin inerek dükkânına girmeye çalıştığını anlatan Conkar; “Hemen şuraya git dedim. ‘Ben sana bir şey demedim ki’ dedi. ‘Bak ayakkabı yaptıracaksan oraya yaptır’ dedim. ‘Tamam, benim acelem yok ki’ dedi. ‘Ben yapamıyorum git oraya yaptır’ dedim. ‘Ben sonra alırım’ dedi. ‘Arkadaşım, ben 15 20 gün yokum. Sen git oraya yaptır’ dedim. Adamı içeri koymadım. Bayanın dikkatini çekti. ‘O adamı neden içeri koymadınız?’ dedi. Dedim ki; ‘Şimdi ya sizi ite kaka ayakkabıyı bana uzatacak ya da sizi iterek içeri girip rahatsız edecek. Ben öyle kişileri kabul etmem’ dedim. ‘Buraya herkes giremez mi?’ dedi Hayır, edebini adabını bilmesi, kültür sahibi olması lazım içeri girecek kişi’ dedim. ‘İnsan sarrafı diye duyardım. Onu şuanda ana yaşattınız, ne olduğunu öğretmiş oldunuz. Üniversitede öğretim görevlisiyim. Sizin eğitiminiz daha farklıymış dedi. Biz üniversitede bu eğitimleri vermiyoruz’ dedi. Şimdi hayat fakültesi felsefe bölümünde okuduğum doğru mu? Kitapta bilgi vardır ama hayatta da bilgi vardır. Benim avantajım ailem kültürlüydü. Annem de babam da nenem de dedem de hep benimle yakından ilgilenirlerdi. Onlar yetiştirdi. Eğitim ailede başlar. Ailede eksik olan eğitim ne olursa olsun boştur. Bir keresinde ortaokuldaydım. Babaanneme ‘Baklava canım istedi’ dedim.‘Tamam, oğlum yaparız, istediğin baklava olsun’ dedi. O gece sabaha kadar uyumamış baklavayı yapmış. Sabahleyin kahvaltıya getirdi. Babaanne bu nedir dedim. ‘Ben sabaha kadar uyumadım, baklava yaptım’ dedi. Bu kişiye verilen değerdir. Beni önemsemesi adam yerine koymasıdır. Şanslıymışım böyle bir ailede yetiştim. Dede kültürlüydü kitap okumayı çok severdi. Mevlevi’ydi kendisi. Hiç azarlamadan büyüttü bizi” dedi. (Nihan Kıran)