26 ARALIK 2019 PERŞEMBE
“İnsan memleketini seviyorsa orası dünyanın en güzel yeridir…” Ne güzel sözdür… İnsan; doğduğu, büyüdüğü veya yaşadığı yeri sevebiliyorsa, orası dünyanın en güzel yeri ve hatta onun cennetidir. Zordur insanın doğduğu yerde mutlu olması… Yaşadığımız yerden hep şikayet eder, her zaman biraz daha fazlasını ister dururuz. Lakin öyle bir zaman gelir ki, gurbet kaçınılmaz olur. Üç yıl, beş yıl derken bu kez de o sürekli şikayet ettiğimiz, kaçmak için fırsat kolladığımız “sıla”yı özler oluruz. Ama iş işten geçmiştir, maddi-manevi bir sürü sebepten dolayı bir türlü “sıla-i rahim” nasip olmaz. Allah herkese doyduğu, hatta mümkünse doğduğu yerde mutluluk nasip etsin.
***
BİR ASIR SONRA DÜŞEN JETON
“GAZİKASTAMONU”
Gelelim asıl mevzuya… Sözü gurbetten, sıladan açmışken İstanbul’daki Kastamonulu ‘gurbetçilere’ değinmeden geçmez olmaz. Malum, İstanbul’da 1 milyona yakın memleket nüfusuna kayıtlı Kastamonulu var. Onun yarısı kadar da kökeni Kastamonu’ya dayanan olduğu hesap edilirse, İstanbul’da hatırı sayılır bir ‘büyükşehir’ nüfusumuz olduğu aşikar.
“Peki bu hatırı sayılır nüfusun temsili adam gibi yapılıyor mu?” diye sormadan edemiyor insan. İlçesi, köyü derken yüzlerce Kastamonu derneği İstanbul’da faaliyet gösteriyor. Gönül isterdi ki dağılmayalım, yüzlerce dernek yerine birkaç çatı altında bir araya gelip daha iri, daha diri olabilelim, ama olmuyor işte. Bu dağınıklığı sadece gurbette değil, maalesef sılada da yaşıyoruz. 100 bin nüfuslu bir şehirde 20 mahalle, 360 bin nüfuslu bir vilayette 20 ilçe, bin küsur köy…
Elbette köyü, ilçesi bu kadar birbirinden ‘zihnen uzak’ bir vilayetin insanlarını gurbette bir araya getirmek kolay iş değildir. Bu zorluğa karşın, Kastamonulular Dayanışma Derneği (KASDER), ‘gurbetteki Kastamonu’yu –dört dörtlük olmasa da- bir araya getirmeyi başarmış nadir oluşumlardan biri… Yıllar yılı gurbetle sıla arasında köprü olmuş, memleket kokusunu, tadını yeni nesillere unutturmamak için çaba göstermiş, takdir edilesi bir birlikteliktir KASDER…
Ancak son zamanlarda bir haller oldu. Memleketimin her köşesinde olduğu gibi KASDER’de de o bildik “mel’un siyaset” rüzgarı esmeye başladı. Henüz daha geçtiğimiz aylarda düzenlenen “İstanbul Kastamonu Günleri”nde sadece tek bir siyasi oluşum ile yapılan açılış ve arkasından yersiz/gereksiz bir “Gazikastamonu” tartışması… Elbette davet edilenlerin tamamı katılmayınca ‘elde kalanlarla’ yapılan açılış hoş bir görüntü vermedi.
Ancak asıl üzerinde durulması gereken mevzu; “bini aşkın evliyasıyla, yüzlerce şehidiyle, Şerife Bacısıyla, Halime Çavuşu ve daha nice kahramanlarıyla, Ersizlerderesiyle, çocuk yaştaki talebelerini vatan savunmasına gönderdiği için mezun veremeyen şanlı lisesiyle, kağnısıyla, kayığıyla ve de istiklal madalyalı tek ilçe İnebolusuyla” 1 asrı aşkın zamandır zaten “gazi” olan Kastamonu’ya ‘resmi gazilik’ unvanı verip, adını da “Gazikastamonu” diye değiştirme talebi de nereden çıktı?
Ya da şöyle soralım; bu ülkenin gazi veya şehidi olmayan köyü, ilçesi, vilayeti mi var? İstanbul’dan Kastamonu nasıl görünüyor bilmiyorum, ama buradan bakıldığında durum pek iç açıcı değil… Kastamonu’nun işe, aşa ihtiyacı var, Gazikastamonu’nun olmayacak mı? Kastamonu’nun yola, limana ihtiyacı var, Gazikastamonu’nun olmayacak mı? Ve daha da önemlisi Kastamonu’nun huzura ihtiyacı var. ‘Gazikastamonu herkese iş, aş, ekmek verecek, yolu da, limanı da olacak, herkes mutlu-mesut yaşayacak’ diyorsanız amenna. Meclis’in iki günlük mesaisine bakar, üçüncü gün memleketin adı değişir. Siz de ‘fikir babası/amcası/teyzesi’ her neyse tarihteki yerinizi alırsınız.
Ha bu arada son zamanlarda ‘beyin fırtınası’ estiren derneğimizin başkanı, geçtiğimiz gün bir de üniversitenin ismine sardı. İsmi ‘Şeyh Şaban-ı Veli Kastamonu Üniversitesi’ olmalıymış. Asa Suyu’ndan bir damla nasip almamışların, tabelalara isim yazmakla tanıtım yapacağını sanması ne acı, yazık…
MERCEDES’E ALIŞMIŞ MÂBADIN,
YERLİ OTO İLE İMTİHANI
Ha bugün, ha yarın, önümüzdeki sene derken nihayet yarın muradımıza ereceğiz. Muradımıza ermek derken de kesinlikle kinaye yapmıyorum. Sizi bilmem, ben yerli otomobil mevzusunda haddinden fazla heyecan, haddinden fazla gurur duyanlardanım. Belki nasip olmayacak, parasını sayıp alamayacağız ama yüzde 100 memleketimin markası olan bir taksiye binmek, yerli-milli bir polis arabasının karşınızdan salınarak geçmesi, devletimin büyüklerinin ‘Angela’nın Mercedesi’ yerine kendi arabamızı makam aracı olarak kullanması, damarında Türk, Kürt, Laz kanı akan bir insanı nasıl mutlu etmez, nasıl gururlandırmaz?
Elbette her hayırlı işte olduğu gibi türlü türlü kulplar takacaklar, ‘lastikleri büyük olmuş’ diyecekler, ‘adı güzel değil’ diyecekler. Dev hastaneler yapıldığında ‘ya kimse hasta olmazsa?’ diyenler, bu kez de ‘bu araba neden sadece elektrikli, ya elektrikler kesilirse?’ diyecekler… Desinler, üç gün sonra onlar bile alışacak ve inşallah mantıklı bir noktaya ulaşıp ‘yav bu araba yerli değil mi kardeşim, niye bu kadar pahalı? Biraz daha ucuz bir modelini yapsanız da, memleketin insanları da gururla kendi arabalarına binebilseler’ diyeceklerdir. Benim hala umudun var.
EVLAT İÇİN SATILIK GÖZ, BÖBREK…
“Afyonkarahisar’da DMD kas hastalığına yakalanan ve tedavi edilemezse hayatını kaybedecek olan 9 yaşındaki Ahmet Bostan’ın babası İsmail Bostan, oğlunun tedavisi için gerekli olan 17 bin doları bulabilmek için son çare olarak sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda, tedavi için kendilerine yardım edilmesi durumunda gözünü ve böbreklerini hediye etmeye hazır olduğunu söyledi.”
Buraya kadar yazılanları nasıl bir dikkatle, nasıl bir hevesle okudunuz bilemiyorum. Lakin yukarıdaki bir satırlık haber metni, her sözün, her derdin, tasanın ve hatta her şeyin son noktasıdır. Bir babanın veya annenin evladının hayatını kurtarabilmek adına, vücudunun bir parçasından, bir uzvundan vazgeçmesi değil aslında asıl haber mevzusu, bundan başka hiçbir çaresinin olmaması…
Çoğumuza göre 17 bin dolar hiç de azımsanmayacak bir para. Ancak mevzu bahis insan hayatı, hatta küçücük bir çocuğun hayatı olduğunda devlet için, o çok övündüğümüz sağlık sistemimiz için bir kuruş kadar değeri yoktur. Sırf ‘parası yok’ diye ölmesi muhtemel o çocuğun saçının bir teli dahi memleketin en büyük sıkıntılarından daha değerlidir. Bizim tanıdığımız devlet, hasta çocukları da, evladı için gözünden, böbreğinden vazgeçen babayı da sahipsiz bırakmaz.
***
2019’un son yazısını da nihayete erdirmenin rahatlığıyla –pek umudum yok ama- 2020’nin biraz daha sakin, az da olsa mutlu, “cik kadar” da huzurlu geçmesini diliyorum. Hayallerinizi küçük tutun ki hayal kırıklıklarınız da küçük olsun.
Sağlıkla kalın, kendinize, ailenize iyi bakın…
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.