BEN kocaman bir evin salonunda doğmuşum; evimizde irili ufaklı 19 tane odamız varmış, öyle diyorlardı; kimisi yakın, kimisi uzak; ama hepsi birbirinden güzel… Güzel diyorum ya, ben sonradan fark ettim; hep başka evlere giderdim, kendi evimin odalarına hiç bakmazdım; ben 19 odalı bir evin salonunda hapis kalmışım… Özgür zannederdim kendimi, karşı komşuya gidince; meğersem özgürlük arka odalardaymış…
Yeşil kokar mı?
Bir gün… İçimden geldi, sağ ayağımla ufak bir odaya adım attım, yemyeşil bir odaydı, içeride etli etmek kokuları vardı; odanın köşesindeki at çiftlikleri beni büyüledi; aldığım nefesin daha kaliteli olduğunu hissettim… Odanın kapısından çıkarken arkama şöyle bir baktım, kapının üzerinde Daday yazıyordu… Daday’ı sevdim, sahi ben bu odaya niye daha önce gitmedim…
Büyüleyen mavi
Bir gün mutfaktan dönerken, bir odadan kokular almaya başladım, kafamı odaya doğru uzatınca, bir de ne göreyim, Gideros dedikleri o meşhur koy… Büyülendim; odadaki hafif yükseltiye çıkarak manzaraya baktım, denizle toprağın ahenkli buluşması; odaya adımımı attım; Loç Vadisi yazıyordu ufak bir levhada, büyülendim… Ben dedim bu odaya daha önce nasıl gelmedim; gezmeye devam ettim; Kerempe Feneri; Çoban, Timle, Okçu, Hıdır Kalesi… Loç vadisi… yoruldum… gez gez bitmiyordu; odadan çıkarken kafamı arkaya doğru çevirdim, “Cide’ye Hoşgeldiniz” yazıyordu… hoş bulduk, hoş gördük…
Kahraman
Bir kapı gördüm, diğerlerinden farklıydı, kapısında madalya asılıydı; düşündürdü beni, hiç beklemeden adımımı attım; evimi tanımaya başlamıştım… Odanın içerisinde ufak ufak tabelalar vardı; Özlüce, Geliş… yürümeye devam ettim; kulağımda bir çınlama oldu ve bir ses… “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da kulağım İnebolu’da…” bu ses… Evet bu ses Atam’a aitti. Anladım kapıdaki madalyayı, gurur duydum, bir yandan da ‘Neden bu odaya daha önce girmemişim’ dedim… Odadan çıkarken, kapının üzerindeki o yazıyı okudum, ‘İnebolu’… Öğrendim sonradan, Kurtuluş’un cephaneliği, İstiklal Yolu, İnebolu Kent Müzesi ve karşı konulamayan vatan sevgisi… Küçük ama cesur bir odam varmış benim… Öğrenmiş oldum…
Kıymetini bilsek…
Aradan birkaç gün geçmişti, evimin odalarını gezerken yorulmaya başlamıştım ama vazgeçmeye de niyetim yoktu. Sabah erken kalktım, artık salona en yakın odaya girmem lazımdı, heyecanla kafamı içeri soktum, değişik bir koku vardı, biraz daha içeri girince koku ağırlaştı, bu sarımsaktı… Odanın içerisinde her yer sarımsakla kaplıydı, üzerinde “Pompeiopolis Antik Kenti” yazan taş parçaları vardı, meğersem tarihimizmiş onlar… “Küçüksu” diye bir su birikintisi vardı; mükemmeldi. Az daha ilerleyince hafif bir et kokusu kaplamaya başladı, meğersem “kuyu kebabı”ymış… En yakın odamdan bihaber yaşamışım bir ömür, neyse ki pişmanlık son buldu… Odadan çıkarken kafamı arkaya doğru çevirdim, “Taşköprü” yazıyordu… Komşu odamla tanışmış olduk…
Kapı gıcırtılarının eşsiz türküsü
İşler güçler… odaların geri kalanını gezememiştim, bir gün vakit buldum; en merak ettiğim odalardan birine gidiyordum; tedirgin adımlarla içeriye girdim, ahşap kokusu alıyordu burnum… Kapı gıcırdamalarına kulak kesiliyordum, kafamı sağa doğru çevirmiş yürürken, “Dipsiz Göl” tabelasını görüyordum… Pilav kokuyordu odam… Emek kokuyordu… Odadan çıkarken kafamı arkaya doğru çevirdim, ahşap bir kapının üzerinde “Tosya” yazıyordu; yanına ben de “Pirincin Başkenti” diye ekleyiverdim… Memnun oldum Tosya…
***
Ben bir meczupmuşum… 19 odalı bir evim varmış, salondan kafamı çıkarmamışım; her odanın kendine özgü manzaraları varken, ben Ilgaz’la dost olmuşum… Şenpazar, Doğanyurt, Bozkurt, Küre, Abana, Çatalzeytin, Hanönü, Devrekani, Ağlı, Seydiler, Azdavay, Pınarbaşı, Araç, İhsangazi; hepinizle tanıştığıma memnun oldum…
Ben bütün odaları sevdim… Biraz biraz keşfetmeye devam ediyorum, 4 mevsim doğa harikası; dağları, tepeleri, ovaları, koyları, sahilleri, yaylaları, her söylediği ders olan dedeleri, yayların bilge çobanlarını… Kısacası ben Kastamonu’yu sevdim…
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.