“Sizler, hepiniz, hepiniz, hepiniz hakem olun abiler… Yaa bu maç be. Tıpkı bir maç. Ama böyle hayat sahasında oynanıyor. Oyuncuları bizleriz. Topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız. Ben, ben Osman, Ofsayt Osman. Söyleyin be… Allah rızası için söyleyin. Gene mi atamadım golü ha? Bu da mı gol değil be?”
Bu muhteşem replik, belki de Türk sinema tarihinin en unutulmaz, en duygusal sözlerini barındırıyor. 18 Mart 1995 tarihinde aramızdan ayrılan Sadri Baba’nın 1965 yapımı ‘Şaka ile Karışık’ filminde yer alan mahkeme sahnesindeki bu sözleri, vefatının 25’inci yılında yine beynimizde fırtınalar estiriyor, ustaya bir kez daha ‘Turist Ömer’ selamı çakmamıza vesile oluyor. Allah gani gani rahmet eylesin.
***
“ÖLEN ÖLÜR, KALAN SAĞLAR BİZİMDİR” Mİ!!!
Bugünlerde insanlık da öyle bir gol yedi ki, neredeyse dünyanın tamamına diz çöktürdü, pes ettirdi. ‘Korona virüs’ denen illet, meğer yıllardır bir köşede bekler, insanlığın en savunmasız anını yakalamak için fırsat kollarmış. Dünya nüfusunun dörtte birini barındıran Çin’de ortaya çıkması, paniği bir kat daha artırsa da, bugün geldiğimiz noktada virüsün görüldüğü coğrafyalar arasında en rahatı Çin gibi görünüyor. Şöyle ki; her gün yüzlerce insanın öldüğü Çin’de son 3-4 gündür hiç ölüm yok, sadece bir tane de vak’a görüldü.
Çin’deki bu durum içimize su serpse de, son günlerde virüsün Avrupa ve Orta Doğu’daki yayılma hızı ve bu coğrafyalardaki ülkelerin yöneticilerinin aymaz/kontrolsüz tavırları nedeniyle önümüzdeki sürecin selahiyeti açısından çok da umut vermiyor. Örneğin; İngiltere’nin Çankırılı Başbakanı Boris’in “bırakalım herkese bulaşsın, toplumsal bir bağışıklık sağlanmış olur” şeklindeki “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” yaklaşımı, Amerika’nın sarı kafasının halkına ‘moral vermek için’ düzenlediği toplantıda “korkmayın sadece 60 yaş üstündekiler ölüyor” şeklindeki salakça lafları, İtalya’nın Conte’sinin ülkede 650 kişi öldükten sonra okulları tatil etmenin aklına gelmesi, İran’ın Ruhani’sinin yüzlerce insan öldüğünde bile hala “şehirleri karantinaya almak Ortaçağ usulü bir iş olur” deyip, yüzlerce insanın daha ölmesine sebep olmasını düşündükçe nasıl umutvâr olabiliriz ki?
Tek umudumuz, son günlerde hemen her gün TV ekranlarında yolunu gözlediğimiz, 10 dakikada bir Twitter’a bakıp ‘acaba bugün ne yazacak?’ diye beklediğimiz Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca ile Bilim Kurulu üyeleri…
BİZ NE ARA BU HALE GELDİK?
Eskiden beri devletimiz çok da ‘halkçı’ olmasa da, bizler halk olarak (en azından büyük kısmımız) ‘devletçi’yizdir. Cumhuriyet öncesinde de, sonrasında da her daim devletinin yanında olmuş bir milletiz. Çoğu zaman devletin aldığı kararları beğenmesek de ‘vardır bir bildiği’ deyip çok da sorgulamadan her emrini yerine getirir, hatta ‘daha fazla ne yapabiliriz’in peşinde koşarız. Gözümüzden sakındığımız evladımızı ellerine kınalar yakarak vatan müdafaası için devletin emrine gönderir, sıkıntı baş gösterdiğinde de yaşlı-genç demeden gecenin bir yarısı kışlalara, askerlik şubelerine koşarız, gönülden ‘bizi de alın’ diyebiliriz.
Bu, Avrupasından, Amerikasından, Arap coğrafyasından bakarak anlaşılacak bir durum değil elbette… 105 sene evvel bugün, Çanakkale’de küffarın yüzüne tüküren dedelerin torunlarından da başka bir şey beklenmez elbet.
Ancak… Son zamanlarda tüm dünyada hasıl olan ‘korona’ musibetinin verdiği korkuyla makarna, kolonya kuyruklarına girenleri görünce de ‘biz ne ara bu hale geldik?’ demeden de edemiyor insan. Aynı 15 Temmuz gecesi bankamatiklere, benzin istasyonlarına koşanlar gibi… Anlıyorum; bir korku var. Lakin devletten başka güvenecek, inanacak kimsemiz kalmamışken ve o devlet hergün ‘biz hazırız, vatandaşımız sadece kendini korusun, panik yapmasın’ derken, hatta geçtiğimiz gün ‘Koca Fahrettin’in dediği gibi ‘elbet bugünler de geçecek, yakın zamanda bu musibeti yeneceğiz’ sözleri beynimizde yankılanırken, nedir bu korku, nedir bu panik?
Savaşından darbesine, ekonomik krizinden açlığına kadar her türlü sıkıntıyı defalarca yaşamış bir millete yakışıyor mu bu panik havası?
Korkmayın ve emin olun; sadece 1-1,5 ay içinde tüm dünyada olmasa bile en azından ülkemizde sular durulacak, alınan tedbirler etkisini gösterecek, en az zararla, en az kayıpla atlatacağız bugünleri de…
Geriye sadece, market rafında makarna kalmadığını görünce gözleri dolan, köşedeki bakkalda 5 liraya satılan kolonyayı internetten 20-30 liraya alacak kadar sokaktan bihaber bir milletin görüntüsü kalacak. Onu da düşünüp en fazla birkaç ay geyiğini yapacağız, sonra unutup yine köşelerimize çekileceğiz.
***
Geçtiğimiz akşam İçişleri Bakanlığı tarafından valiliklere gönderilen ek genelgede; “Sağlık Bakanlığı ile yapılan değerlendirmeler sonucunda, umuma açık istirahat ve eğlence yerleri olarak faaliyet yürüten; tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe ve her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları (AVM ve lokanta içindekiler dahil), çay bahçesi, dernek lokalleri, lunapark, yüzme havuzu, hamam, sauna, kaplıca, masaj salonu, SPA ve spor merkezlerinin faaliyetleri geçici bir süreliğine 16 Mart saat 24.00 itibariyle durdurulacaktır” denildi.
Bir ülke için sadece savaş zamanlarında alınabilecek bu tedbirler, biraz ağır gibi görünse de korona denen musibetin salgına dönüşmemesi için gerekli ve bir o kadar da hayati bir uygulama. Ancak asıl olağanüstü tedbirlerin, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yapılacak toplantı sonrasında açıklanacağını düşünüyorum. Camilerde toplu namaz kılınmasının durdurulduğu, umreden ve Avrupa’dan gelen vatandaşlarımızla birlikte on binlerce kişinin karantinaya alındığı düşünülürse, hiç de uçuk bir öngörü değil sanırım.
***
Bugün, 18 Mart 1915 günü dönemin anlı-şanlı donanmalarını Çanakkale Boğazı’na gömen dedelerimizi, bir kez daha hürmetle anıyoruz. Her sene olduğu gibi büyük büyük törenler, etkinlikler yapamayacağız belki bu sene, bir çelenkle geçiştireceğiz. Hakkınızı helal edin. Olsun, seneye daha büyük törenler yapar, telafi ederiz. Yeter ki ruhumuzu koronaya teslim etmeyelim, daha fazla gol yemeyelim.
***
Üstad Mehmet Akif’in ‘Çanakkale Şehitlerine’ şiirinden birkaç mısra ile noktalayalım;
“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”
***
Kendinize, ailenize iyi bakın, sağlıkla kalın…
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.