Cehennem kuyuları ve paçamızdan çekenler
Cehennem’de yüzlerce kuyu ve her kuyunun başında bir zebani görevlendirilmiş, çıkmak isteyen olduğunda kafasına vurup tekrar kuyuya düşürmek için. Yalnız bir kuyu hariç… Yeni yetme zebanilerden biri baş zebaniye merakla sormuş; ‘O kuyunun başında niçin kimse beklemiyor?’ diye. Baş zebani de; “O kuyuda Türkiye’nin solcuları var. Nasıl olsa kuyudan çıkmak isteyen olduğunda aşağıdan biri mutlaka paçasından tutup çeker. O kuyuda beklemeye gerek yok” demiş.
***
Güzel ülkemde yıllardır anlatılır durur, yukarıdaki ‘fıkravari’ hikaye. Duydukça acı acı güler ‘haklılık payı’ olduğunu bildiğimizden üzülür, bir yandan da uzun uzun ahkam keseriz üzerine. Belki de yüz yıllar geçse de değişime en fazla direnen kesim solcular olduğundan, hep onlara yorulur bu hikaye. Lakin güzel ülkemin hemen her kesiminde aynı hastalık, aynı musibet yer etmiştir yıllar yılı. Sağcısı da solcusu da aynı maalesef.
Hatta ‘olayları en iyi analiz ettiği’ düşünülen bizim camiada dahi, işini düzgün yapmaya çalışanları ilk fırsatta ayağından tutup cehennem kuyularına çekmeye çalışan ‘gazeteci müsveddeleri’ mevcut. Sadece işini yapmaya çalışman, doğrudan, haktan ayrılmamak için elinden gelen gayreti göstermen onlar için en büyük ıstırap sebebidir. Haksızlığa karşı biraz olsun sesini yükselttiğinde hemen damgalamaya çalışır, her dediğine el kaldıranları baş tacı ederler.
Her neyse ‘keser döner sap döner, gün gelir hesap döner’ misali gün gelir kapımızı çalarlar.
***
S…TİR ET VATANDAŞI,
AMAN VEKİLİM ÜZÜLMESİN…
Önceki gün bir sitede ilginç bir haber dikkatimi çekti. Meğerse bizim vekillerimizin yıllık ‘iki maaş’ yani 50 bin liralık bir ‘posta gideri’ varmış da, bunu da biz ödüyormuşuz. Bundan yeni haberimiz olması bir yana, bu 50 bin liranın tamamını tüketemeyen vekillerimiz Meclis’e bir de öneri sunmuşlar; ‘Bir sene içinde kullanmadığımız posta giderlerini bize temsil gideri olarak verin’ demişler. Hatta bunu yasa maddesi haline getirip ‘çakar lamba’ düzenlemesinin de içinde olduğu yasanın içine konulmasını önermişler.
Neyse ki iktidar partisi ve Meclis Başkanlığı son anda fark etmişler de ‘tepki çeker’ diye gündemden çıkarmışlar.
E pes yani… Seçim zamanları kapı kapı dolaşıp oy istediğiniz insanların 2020 lira ile çoluk çocuğunun rızkını çıkarmaya çalıştığını bile bile bu ne pişkinlik, bu ne aymazlıktır? Adında ‘millet’ geçen o mecliste, bizzat milletin temsilcisi, vekili olarak oturduğunuzu nasıl bu kadar çabuk unutabiliyorsunuz? Nedir sizi ‘biz’den bu kadar ayıran, ayrı tutan? ‘Beni temsil et’ diye gönderdiğim o çatı altında ‘ben’den başka her işle uğraştığını ne zaman anlayacaksın?
(Dip not; TBMM, bir milletvekilinin bir yıl boyunca, aldığı 2 maaş tutarında posta giderini karşılıyor. Şu anda bir milletvekili aylık 23 bin 530 TL maaş alıyor. Posta gideri de yıllık yaklaşık 50 bin lira ediyor.)
***
‘ÇAKAR’IM HAA…
Öbür yandan bir de bu ‘çakar lamba’ meselesi var. Yalan yok, bunca yıldır klavye başında emek veririm, ben bile umutlanmıştım, düzenleme ilk dillendirildiğinde. Çakar lamba denen zımbırtıyı yalnızca asker, polis, ambulans, itfaiye ve devletimin büyüklerinin koruma araçları ‘tedbir amaçlı’ kullanacak, onlar dışında ‘vatandaşa üstünlük sağlamak amacıyla’ hiç kimse takamayacaktı. ‘Ne güzel’ dedim, ‘Devlet bir şeylerin farkına vardı. Artık vatandaşını bu çakarlara ezdirmeyecek.’
Ama yine her zamanki gibi umutlar kısa sürdü. Vekillerimiz gecenin 3’ünde işi-gücü bırakıp, sıcacık, kuş tüyü yataklarında yatmak dururken, koşa koşa ‘Meclisime’ gelip kendilerine -zaten yeterince ayrıcalıkları yokmuş gibi- trafikte de ayrıcalık tanıyan düzenlemeyi bir çırpıda ‘geçirdiler’. Öyle ya; onların askerden, polisten ne eksiği var? Ambulans hasta taşıyorsa, o da memleketin meselelerini çözüyor. İtfaiye yangına koşuyorsa, o da aça ekmek, işsize iş imkanı buluyor. İster istemez insanın aklına şu soru geliyor ‘gecenin 3’ünde meclise koştuklarına göre, ulan demek ki gerçekten yatacak yerleri yok mu bunların?’
***
KASTAMONU’DA SİYASET VE
“İKİ UCU .OKLU DEĞNEK”
Malumunuz; ‘siyaset’ denince insanımızın birden yüzü düşer, morali bozulur. Tabi hak vermemek elde değil. Yıllar yılı halktan uzak siyasetçiler, sırf kendi koltuğunu sağlama almak için ‘siyaset’ adı altında ‘çıkar’ peşinde koştuklarından vatandaşta da ‘güvensizlik’ oluşmasından doğal bir şey olamaz.
Güzel ülkemin genel siyasetinde bir kafa karışıklığı söz konusu olsa da, şehirler bazında ‘kendine has’ bir siyaset tarzı olduğunu söylemek az da olsa mümkün. Mesela Kastamonu…
Kastamonu’da, son 8 yıldır gözlemlediğim kadarıyla, özellikle seçim dönemlerinde siyasette bir nabız yükselmesi olur, ancak seçimden sonra her şey unutulur, kazanan-kaybeden kendi köşesine çekilir, işine-gücüne bakardı. Lakin son zamanlarda hafiften bir ‘değişim rüzgarı’ eser oldu. Seçimden seçime yapılan siyaset, bugünlerde Olukbaşı’dan Kuzeykent’e memleketin her köşesinde günlük meselemiz haline geldi. Peki neydi bizi bu kadar ‘politize’ eden? Neydi daha düne kadar iftar sofralarında bir araya gelmek için Ramazan’ı dört gözle bekleyen parti yöneticilerini bu kadar karşı karşıya getiren?
Anlıyorum; dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, e tabi Kastamonu da değişecek. Lakin değişim her zaman kötüye gidişle mi olmalı? Bu güzelim memleketin onca çözülememiş sorunu varken, kavganın, kısır çekişmelerin ‘kahve köşesinde oturup, üç kuruş emekli maaşıyla ay sonunu nasıl getireceğini düşünen Ahmet amcaya’ ne faydası var?
Ne güzel demiş Üstad Necip Fazıl; “Çile çekmeyen insandan adam olmaz!!!”
Bugünlerde daha bir sık duyduğumuz ‘düzelü be…’ demekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Bırakın siyaseti, siyasetçiyi, kendinize, ailenize iyi bakın, sağlıkla kalın…
Bir dost…
© 2020 Doğrusöz Gazetesi. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.