Tabiatta insan yavrusu kadar çaresiz başka bir canlı yoktur. Diğer canlıların aksine insan, uzun bir süre annebabasının bakımına muhtaçtır. Bebeğin büyümesi, kendi başına hareket edebilmesi hem onun hem de ebeveynlerinin yoğun çabası sonucu gerçekleşebilir. İnsanın bu aciz hali, ben duygusunun başladığı 3-5 yaşlarına kadar devam eder. İhtiyaçlarını giderebilen, çevresine uyum sağlayabilen, duyarlı ve üretken bireylerin yetişmesi hiç de kolay olmuyor. Bu süreç kimi ailelerde zorlu, kimilerinde keyifli bir dönem olarak hafızalarda kalıyor.
Çocuk sahibi olmak konusunda fizyolojik ya da psikolojik engellerle karşılaşan çiftler için bebek sahibi olmak gerçek bir lütuftur. Yıllarca beklemenin, çevre ve aile baskısından bunalmaların, hayal kırıklıklarının yerini bir anda, meraklı gözlerle dünyaya bakan bebeklerine kavuşmanın mutluluğu alır. Artık doğruları bilmek ve onun için en mükemmel ortamı yaratmak için çabalayan anne ve babanın aşırı korumacı yaklaşımları, çocuklarında öz güven eksikliğine neden olabilirler.
İstenmeyen evlilikler ya da istenmeyen gebelikler sonucu meydana gelen çocuklar ise bu kadar şanslı değildirler. Travmalar bazen annelik güdüsünü perdeleyebilir. Terk edilmiş bebekler gerçek annelerine kavuşmadıkları, anne sevgisini tadamadıkları sürece akranlarının gelişim düzeyine erişemezler. Bakım evlerinde ne kadar ilgi ve sevgi verilmeye çalışılsa da hep bir eksiklik hissedecektirler.
İstenerek ve tıbbi yardım olmadan dünyaya gelen çocuklarda ise durum anne babanın tutumuyla ilgilidir. Baskıcı, aşırı ilgili ve kayıtsız ebeveynler çocuklarının gelişimine aynı oranda zarar verebilirler. Doğanın bu eşsiz armağanı, kendine güvenen, gelişime açık, sağlıklı bir bireye de dönüşebilir, sosyalleşemeyen, gelişime kapalı, ruh ve beden sağlığını yitirmiş bireye de
Bebeğin dünyaya gelmesi ile başlayan bu süreçte anne-babalar kendi ebeveynlerini taklit etmekle, bilimsel yöntemler arasında bocalayabilirler. Geleneksel yöntemler, içinde yaşanan toplumun kültürünü yansıtır ve çocuğun gelişimi için gereklidir. Ancak, çocuğun sevgi ile büyümesine engel olan kurallar da bu grupta yer alabilir. Babaların, ayıp olur düşüncesiyle çocuklarını doya doya sevmekten, kucaklamaktan kaçınmış olduğu bir toplumda yaşadığımız gerçeğini unutmamalıyız.
Aşırı sevgi diye bir kavram yoktur. Aşırı ilgi, gereğinden fazla korumacılık ya da her isteğin gerçekleştirilmesi gibi yaklaşımlar çocuğun gelişimini zedeleyebilir. Ama sevgide, anne babanın çocuklarına verecekleri sevgide sınır olamaz.
Onlar bizim aynamızıdır. Beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz, kınadığımız ve başkalarıyla kıyasladığımız tüm özellikleri aslında bizde var olan, kendimize bile itiraf edemediğimiz yönlerimizdir.
Çocuğunun gelişimi için gerekli ortamı hazırlamak, ona vakit ayırmak, sorunlarıyla birebir ilgilenmek ve onun kendi başına bir birey olduğunu kabul etmek gerçekten de kolay değil. Bu nedenle çocuk sahibi olmaya karar vermeden önce bir değil, birçok kez düşünmek gerekir. Yoksa, sorumluluğu bakıcılara, öğretmenlere, komşu teyzeye, büyük anneye atarak çocuk yetiştirmek ebeveynlik değildir. Bu olsa olsa topluma mutsuz bireyler eklemenin ve mutsuz aileler oluşturmanın bir yolu olabilir.
Çocuklarımızı yargılamadan, sabırla, anlayışla, sevgiyle onlara yol göstererek, büyümelerini izlemek, kişilikleri oluşurken yanlarında olmak hem büyük bir sorumluluk hem de mutluluk kaynağıdır. Çocuklarımız yaşamımızı güzelleştiren renklerdir. Onları soldurmak da canlandırmak da bizim elimizdedir.